Hz. Peygamberin 23 yıl süren peygamberlik yıllarının ilk 13 senesi
Mekke’de, 10 senesi de Medine’de geçti.
Mekke dönemi çeşitli
sıkıntılarla devam ederken Akabe biatlerinden sonra Medine’ye hicret edildi.
Her şeylerini Mekke’de
bırakarak Medine’ye hicret eden Müslümanlar, Medine’de teşkilatlanarak, Hz
Peygamber’in öncülüğünde bir şehir devleti statüsüne geldiler.
Mekkeli Müşrikler ise,
Medine’deki Müslümanları yok etmek istiyorlardı. Bunun için bir bahane
arıyorlardı. Kendi güçlerine güveniyorlar, Medine’ye hicret etmiş olan Müslüman
muhacirleri ve Medineli ensar Müslümanları küçümsüyorlardı.
Hicretin 2. senesi, 17
Ramazan, Cuma (Mîlâdî: 13 Mart 624). Tarihinde Mekkeli Müşriklerle Medineli
Müslümanlar arasında İslam tarihinin ilk ve en önemli muharebesi gerçekleşti.
Bugün
bu muharebenin sebebinden bahsetmek istiyorum.
Hicretin ikinci senesinde
Kureyş müşrikleri bir ticâret kervânı hazırlamışlardı. Şam pazarına gönderilen
kervâna Mekke`den kadın erkek hemen hemen herkes hisselerine göre ortak idiler.
Bin deveden meydana gelen ve sermayesi 50.000 dinar olan bu büyük ticâret
kervanının satılan malları karşılığında harbe hazırlık için silâh alınacaktı.
Kervânın
yola çıkarılmasındaki asıl maksat buydu. Kureyşliler Ayrıca kervânla birlikte
Ebû Süfyan başkanlığında 30-40 kişi kadar muhafız da göndermişlerdi.
Hz.
Peygamberin talimatı ile Mekke’nin Şam ticaret yolu kontrol altında tutuluyor.
Mekkelilere ait kervanlar takibe alınıyordu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Ebu
Sufyan başkanlığındaki bu büyük ticaret kervanını haber aldı. Ebû Süfyan
başkanlığındaki bu büyük ticâret kervanının Mekke`ye dönmesine mâni olmaya
karar verdi. Teşkil ettiği 300 kişiyi aşkın Sahabî ile yola çıkmaya hazırlandı.
Sahabîler Bedir seferine
katılmayı şiddetle arzu ediyorlardı. Hattâ bu hususta kur`a çekenler bile
vardı. Ensardan Sa`d, babası Hayseme`ye, “Eğer bu seferin mükâfatı
Cennetten başka birşey olmasaydı, senden geri kalırdım. Ben bu seferde bana
şehidlik nasip olmasını umuyorum” diyerek sefere katılma arzusunu izhar
etmişti. Babası ise ona, “Sen rahatsız olan hanımının yanında kal da ben
gideyim” diye cevap vermişti. Ama Sa`d bunu kabul etmemiş ve aralarında
Kur`a çekilmesine karar vermişlerdi. Çekilen kur`a Sa`d`a çıkmış ve sefere o
iştirak etmişti. Bedir`de şehid düşerek bu yüksek arzusuna da nail olmuştu.
Sefere çıkmak için yalnız
erkeklerde değil, kadınlarda da büyük bir istek ve arzu vardı. Sefer
hazırlıkları yapılırken Ümmü Varaka bint-i Abdullah Resûlullahın huzuruna
gelerek şöyle dedi:
“Yâ Resûlallah! Bana
müsâade et de sizinle birlikte ben de çıkayım. Yaralarınızı tedâvi ederim.
Hemşirelik hizmeti yaparım.”
Resûl-i Ekrem Efendimiz bu
fedakâr kadına, “Sen evinde otur Kur`ân oku! Muhakkak ki Allah, sana
şehidlik nasib eder” buyurdu. Bu hâdiseden sonra Peygamber Efendimiz onu
hep “şehîde” diye anardı.
Nitekim Kur’an’ı ezberlemiş
bir hafız olan Ümmü Varaka, Hz. Ömer devrinde biri erkek, diğeri kadın iki
müdebber kölesi tarafından geceleyin üzerine kadife örtü basılarak şehid
edildi.
Müdebber
köle demek, sahibinin ölümünden sonra hür olmaları karar altına alınmış
kölelere denir. Bunlar Bir an önce hürriyetlerine kavuşabilmek için
sahibelerini öldürmüşlerdi.
Katiller
yakalanarak asılmak suretiyle cezalandırıldılar. Medine`de asılarak cezalandırılanların
ilki bunlar oldu.
Sözünü
ettiğimiz Ümmü Varaka tamamen özel bir uygulama olarak kendi ev halkına
namazları cemaatle kıldırması için Hz. Peygamber tarafından izin verilmiş olan
birisi idi.
Bu
uygulama tamamen özel bir uygulama olup ümmetin tamamı için delil olmamıştır.
Nitekim Hz. Fatıma vefat edince yine özel bir uygulama olarak, cenazesi Eşi Hz.
Ali tarafından yıkanıp kefenlenmiştir.
Medine`den Hareket
Peygamberimiz Mekkelilerin
büyük bir ordu hazırlayarak Müslümanlar üzerine yürümek üzere Medineye doğru
hareket ettiğini öğreninc, yerine namaz kıldırmakla Abdullah ibni Ümmi Mektûm`u
vazifelendirdi. Ensardan Ebû Lübâbe Hazretlerini ise, şehre nâib (vekil) tâyin
etti. Ramazan ayından on iki geceyi geride bıraktıkları oldukça sıcak bir
Cumartesi gününde, mücahidlerle Medine`den hareket etti.
Resûl-i Ekrem Efendimizin
beyaz sancağını, Hz. Peygamberin akabe biatlerinden sonra, hicretten önce
Medine’ye öğretmen olarak tayin ettiği ve Cuma Namazı farz kılındığında da ilk
Cuma Namazını kıldıran sahabi olan Mus`ab bin Umeyr (r.a.) taşıyordu.
Ayrıca Hz.
Peygamberin ordusunda iki tane de bayrak vardı bunlardan birini Hz. Ali,
diğerini de Ensardan Sa`d bin Muaz taşıyordu. Hz. Peygamber tarafından tüm
seferlerde kullanılmış olan Bayrak ve sancak tarih boyunca saygınlığını korumuş
dini ve milli simgeler olmuştur.
Mücâhidler, yazın en sıcak
günlerinin birinde Medine`den yola çıkmışlardı. Üstelik Ramazan ayı olduğu için
oruçlu bulunuyorlardı. Kavurucu sıcaklar altında, alev saçan çöl üstünde,
oruçlu halde yol almak oldukça güçtü. Bu sebeple Peygamberimiz meşekkatli
yolculuk sebebiyle verilen ilahi ruhsatı kullanarak orucunu açtı. Mücâhidlere
de açmalarını emir buyurdu.
Henüz Medine`den fazla
uzaklaşılmamıştı. Resûl-i Ekrem, küçük yaşta olanları ordudan ayırarak geri
çevirdi. Sayılan sekiz olan bu küçük mücâhidler, ordudan geri kalmaktan
fazlasıyla üzüldüler. Bunun üzerine Peygamberimiz bir-ikisine tekrar orduya
katılma izni verdi. Hz. Sa`d bin Ebî Vakkas der ki:
“Resûlullahın
küçüklerimizi geri çevirmesinden biraz önce, kardeşim Umeyr`in göze görünmemeye
çalıştığını gördüm.
“`Kardeşim sana ne oldu?`
diye sordum.
“`Allah Resûlünün beni
küçük görüp geri çevirmesinden korkuyorum. Hâlbuki ben sefere çıkmak istiyor,
Allah`ın bana şehîdlik nasip etmesini umuyorum,` diye cevap verdi.
“Kendisi Resûlullaha
arzedilince küçük görüp ona, `Sen geri dön` dedi.
“Umeyr ağlamaya başladı.
Bunun üzerine Resûlullah da müsaade etti. Umeyr`in boyu kısa olduğu için
kılıcını bağlayamamış, ben yardım ederek bağlamıştım.”
Allah yolunda savaşıp şehidlik
mertebesine ulaşmak isteyen Umeyr, harp esnasında ınüşriklerin oklarına hedef
olup bu yüksek gayesine ulaştı.
Müslümanlarla beraber iki at,
yetmiş deve vardı. Develere nöbetleşe biniliyordu. Peygamber Efendimiz de bu
hususta, diğer Müslümanlardan kendisini farklı görmek istemiyordu. Hz. Ali ve
Mersed ile bir deveye nöbetleşe biniyorlardı.
Yürüme sırası
Efendimize geldiğinde, diğer iki Sahabî, “Yâ Resûlallah! Sen bin, biz
senin yerine yürürüz” diyorlardı.
Ancak Peygamber Efendimiz,
bunu kabul etmiyor ve “Siz yürümekte benden daha kuvvetli olmadığınız
gibi, sevap ve mükâfat hususunda da ben sizden daha müstağnî ve ihtiyaçsız
değilim” diye cevap veriyordu.
Bu hareketiyle Resûl-i
Kibriyâ, İslâmın getirdiği adâlet ve müsavat düsturunu, her şeyden önce bizzat
şahsında tatbik etmiş oluyordu.
Ebu Sufyan, Mekke`ye derhal
bir haberci gönderirken, kendisi de hiç konaklamadan kervânın istikametini
değiştirerek Kızıl Deniz sahilinden Bedir`e uğramadan Mekke`ye doğru yol aldı.
Kervan sağ salim Mekke’ye vardı.
İşte İslam
Tarihinin en önemli muharebesi olan Bedir Muharebesinin zahiri sebebi bu idi.
Hz. Peygamber kurduğu şehir devletinin sınırlarını kontrol altında tutmak
istiyor, Müşrikler ise Hz. Peygamber ile beraber bütün Müslümanları yok etmek
için bahaneler arıyorlardı. Kervanlarının takibe uğramış olmasını bahana olarak
kabul ederek ordu hazırlamaya başladılar.
Muhsin ÖZDEMİR
Yorumlar kapalı.