Büyüklerimiz boşa dememişler; Perşembenin gelişi Çarşambadan belli diye.. Azerbaycan’ın çöküşü de Aliyev hanedanının gelişinden belli olmuştu. Bağımsızlığına kavuştuğu 90 yılların Azeri lideri Ebul Feyz Ali Elçibey’in yönetimden uzaklaştırılmasının perde arkasındaki aktörleri, Kafkas coğrafyasının Rusya için taşıdığı anlamı doğru okuyamamış, bu bölgeyi kendi arka bahçesi olarak kullanan Rusya’nın, Sovyet dönemi Politbüro Üyeliğini de yapmış olan Haydar Aliyev eliyle derin Rus politikasının uygulama alanların sadece bir parça olarak görüldüğünü fark edememişlerdi. Bunu fark etmeyen firaset yoksunlarının başını da, Haydar Aliyev’in Türkiye’ye yönelik “iki devlet bir millet” kardaşlık ikiyüzlülüğünü doğru okuyamayan Türk liderler çekti. Eski heyecanını yitirse de halen o ikiyüzlülüğün cazibesinden kurtulamayıp gerçeği tam olarak idrak edemeyen ya da gönlünde beslediği “kardaşlık” hayallerinin dünya gerçekleri ile bağdaşıklığını çözümleyememiş iyi niyetli bakış açılarını koruyan insanlarımızın artık gerçekleri kabullenmesi lazım; Azerbaycan çöküyor.. enkazını temizlemek/cenazesini kaldırmak ise, Türkiye’ye kalıyor..
Tüm bunlardan bize ne, dünya politikalarının bu sütunlarda işi ne, diyebilirsiniz. Hafta sonu ziyaret ettiğim bazı dostlarımın gündemi, “acaba bu 24 Nisan’da ABD Başkanı Obama, 1915 olayları için ‘Soykırım’ ifadesini kullanacak mı, kullanmayacak mı” sorusu hararetli tartışmaların, derin analizlerin konusunu teşkil ediyordu.. işte bir taşra ilçesinde bile yankı bulabilen böyle atmosferde buradan görülen manzarayı doğru tasvir etme adına, gerçeğin gönlümüzde beslenen duygularla ne kadar örtüşüp örtüşmediğini açıkça dillendirmek lazım.
Bugünden geriye dönüp baktığımızda, Ermenistan’ın Zürich Protokollerinin meclisteki onay sürecini dondurması bir çok insanımızda kısa süreli de olsa, bir an için “şok haber” furyasına yol açmış ancak resmi ağızlardan yapılan “Heyecana mahal yok” açıklaması ile yerini daha soğukkanlı değerlendirmelere bırakmıştı. Bu değerlendirmelerin ana unsuru, gelecekte daha çok konuşacağımız Karabağ sorunu üzerine düğümlenecek. Başbakan Erdoğan’ın “Karabağ önkoşuluna” atıfta bulunarak, “Süreci dondurdum, ama Türkiye protokolleri Meclis’ten geçirirse biz de aynısını yaparız” mesajını veren Erivan’ın başarılı diplomatik manevrasına karşılık, Karabağ sorununun çözümünde tüm yaptığı Türkiye’yi suçlamaktan öteye bir adım ileri gitmeyen Azeri cephesinin Türkiye’nin “Soykırım” töhmetinden kurtulmasına en ufak bir katkısı yokken, her fırsatta Rusya’nın kucağına oturması, bence Karabağ’daki açmazla belirginleşen çöküntünün ayak sesleri değil; alarm zilleri.
Cumhurbaşkanı Aliyev’in Zürich Protokolleri nedeniyle Ankara’ya kızıp rotasının Rusya’dan yana olduğunu pervasızca sergilediği günleri hatırlayanlar, Aliyev’in “Ortak Savunma Antlaşması Teşkilatı” çerçevesinde ayni askeri blokta yer alan Rusya ile Ermenistan arasındaki ilişkiyi doğru okuyamadığını, Rus-Ermeni bağlılığının tıpkı Amerika-İsrail bağı kadar güçlü olduğunu fark edeceklerdir. Nitekim geçtiğimiz günlerde Washington’da gerçekleştirilen “Dünya Nükleer Güvenlik Zirvesi”ne Aliyev’in davet edilmemesi şok etkisi yaratmış, Bakü yönetimi ABD ile yapılması planlanan bir askeri manevrayı iptal ederek tepkisini gösterdi. Azerbaycan, hala bölge politikalarında kendilerinde mevhum bir Ermenistan denkliği gafletinden kurtulmuş değil.
Aliyev’in Dış Politika Danışmanı Nevruz Memedov’un Azeri APA ajansına verdiği demeçte ABD’nin Erivan’san yana tavır aldığına dikkat çekip “ABD, dünyanın kritik bir bölgesindeki en önemli ve güvenilir müttefiklerinden birini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya” diyerek aklısıra Washington’u uyarmaya kalkışması, “komik”ten de öte tam bir kara mizah örneği idi. Kıblesi Rusya, ABD ve İran üçgeninde durmadan değişen Aliyev’in birgün yönünü Türkiye’ye çevireceğini beklemek safdillik olur. Gerçek kıblesini yitirmiş Azerbaycan, çöküyor.. 24 Nisan’ın akabinde, Ermeni değil, Azeri cephesi ilginç gelişmelere gebe…
Yorumlar kapalı.