Attilanın adının anılması bile, Avrupalı yöneticileri korkuya düşürüyordu. Attila demek, yarım milyon atlı demekti. Muazzam bir güç.
İyi bir ordu… Nasıldır? Silahlı insanlar kalabalığı mı? Hayır. Organize olmak zorunda. Disiplinli. İtaatkar. Tecrübeli ve gelenekli. Ruhen güçlü. İşte iyi bir ordunun ne olduğu… Bu da yeterli değil.
Silahlı insanları çabuk toplamak mümkün, fakat onlara savaşmayı öğretmek, bir nesilden fazla sürecek bir iş: İnsanların kültüründe, ülkenin ekonomisinde, nihayet halkın karakterinde olan her şeyin en iyisinin –aynadaki gibi– orduda yansıması gerekir.
Ordu bir hiçten –çıplak bir yerde– ortaya çıkmıyor. Onu uzun süre eğitiyorlar, yetiştiriyorlar, ideallerle donatıyorlar.
Titiz, fakat asil bir iş; çünkü, ordu milleti koruyor, ülkeyi koruyor. Ordusuz bir millet, kişilik sahibi değildir; o, er veya geç, başkasına hizmetçi, başkasının emirlerinin ve çıkarlarının uygulayıcısı oluyor… Mamafih, bütün bunlar, herkesin bildiği gerçekler.
Ne var ki, bazen onlar üzerinde düşünmeye değiyor. Zira, tarih ders kitaplarında yazıldığı gibi, Attilanın, Avrupa’nın arka-planındaki yarı vahşi kabileleri toplamadığına, onlar ikna ediyorlar.
Türklerin Çin’de, İran’da, Don’da, Roma önlerinde kendisini iyi göstermiş mükemmel bir orduları vardı. Dünyada ondan daha güçlüsü yoktu.
Bu ordu, askeri birliklere –yığınlara– bölünmüştü. Her birinde on binin üzerinde atlı vardı. Binlik ve yüzlük birimlerden oluşan bir ordu. Bu birlikleri, kabilelerden-yurtlardan ve uluslardan topluyorlardı. Orduya han –ulusun veya yurdun başı– komuta ediyordu. Han, kendisine yardımcılar –atamanlar– tayin ederdi.
Ordu, ya kendi hanının, ya da yurdunun adını taşımaktaydı. Bu, daha Türklerin Hindistan’ı iskan ettikleri sırada kaydedilen eski bir Altay geleneğiydi. Attila’nın ordu birliklerinden birisi “Burgund”, diğeri “Savoya”, üçüncüsü “Tering” adını taşıyordu. Her bir ordunun bir bayrağı, onunla birlikte ismi, savaş tarihi ve itibarı vardı.
Birliklerin tamamı elli idi. Onların içinde Yayık, Ural, Don ve diğer yurtların askeri kuvvetleri vardı.
Bu ordularda, kuşkusuz, Türkler hizmet veriyorlardı; atlılar sadece Türkçe konuşuyorlardı. Deşt-i Kıpçak ordusu, diğer dilleri kabul etmedi; diğer kavimler ona, basitçe, gerekli değillerdi. Güçlü bir millet olan Alan’danbirisi dahi, muhakkak yardımcı birliklerde veya saflarda olurdu… Bizans ordusu ise başka bir konu; orada “asker” dili olarak Türkçe hakimdi; Bizans’ta Kıpçaklar ülke nüfusunun belirgin bir bölümünü, orduda ise çoğunluğu oluşturuyorlardı. Onun için, bizzat Grekler artık Türkçe konuşmayı öğrenmek zorunda kalmışlardı.
Romalı casuslar, Attilanın askeri birliklerinin isimlerini –“Teringler”, “Burgundlar”, “Langobardlar”– duyduklarında tahminlerde bulunmaya başladılar. Onlar, bu isimleri daha önce duymamışlardı. Bunlar nasıl insanlardı? Daha önce, Romalı yöneticiler, itaat altına aldıkları kavimlerin, zorla, kendi ordularına katılmalarını sağlamışlardı; demek ki herkes Kıpçaklar için diğer kavimlerle savaşmaya karar vermişlerdi. “Derinti/toplama halklar” sözü buradan geliyor. Ne yazık ki, bu isim, Attila, onun ordusu ve umumi olarak Büyük kavimler göçü söz konusu olduğu sırada ilim alemine girmişti. “Hunlar”, “Gotlar”, “Barbarlar” buradan geliyor.
Romalılar, kasten, Kıpçaklara farklı adlar, lakaplar uydurdular; onlar kendilerini yenenlerin adlarını yüksek sesle telaffuz etmek istemiyorlardı! O zamandan itibaren, Kıpçaklardan sadece, –güya Attila’nın toplamış olduğu– “derinti/toplama halklar”, “kabileler birliği”, “Hunlar” olarak söz ediyorlar.
Gerçekte her şey tamamen başka türlü idi. Mesela, 438-439 yıllarına ait Bizans kronikleri, Attila ordularındaki Hunlar ve sözde diğer “kavimler” hakkında kelimesi kelimesine şunları haber veriyorlar: Onların, isimlerinden başka, aralarında hiçbir fark yoktur; bir dilde konuşuyor, Tengri’ye tapınıyorlar. Diğer vekayi-namelerde Hunların Gotlardan geldikleri bildiriliyor… Şu satır ise, 572 yılına ait bir belgeden: “ Bu sırada, bizim umumiyetle Türkler olarak isimlendirdiğimiz Hunlar…”
Gerçekler böyle.
Kime inanalım: Büyük kavimler göçü çağlarının belgelerine mi, tarih ilmine mi, yoksa ilimden çok politikacılara mı? Attila’nın sözde müttefikleri olan “cermen kabileler” mitini uyduran politikacıların kendilerine mi?
Bir yalan, bilindiği gibi, daima bir diğerini doğuruyor. Dünyada “cermen kabileler” var mıydı? Zayıf bir ihtimal. Tarihçilerin böyle isimlendirdikleri kabileler, Kıpçaklarının ordu birlikleri içinde –Doğu’dan– gelmişlerdi. Yurtların askeri birlikleri olarak gelmişlerdi. Onların savaş şöhretleri daha Altay’da başlamıştı.
Mesele basit… Belli. Gerçek, unutulmuş. Bu, başı sonu belli olmayan, neticeleri birbirini tutmayan muazzam bir politik dolandırıcılık; o, kendi tarihi tetkikini, keşfini bekliyor.
Kıpçaklar, Orta Avrupa’daki kendi batı topraklarını Alman (Türkçe “uzak”, “en uzaktaki”) olarak isimlendirdiler. Bu topraklar, gerçekten Altay’dan çok ötelerde bulunuyordu. (Bugün, Germanya ya sadece Türkler Almanya diyorlar.)
“Alpler” sözünün “alp” (Türkçe “kahraman”, “galip”) kökünden gelmiş olması mümkündür.
Kıpçakların buraya gelişlerine kadar, eskiden Orta Avrupa’da Frank, Venedikliler, Tevtonlar [eski bir germen kabilesi] ve diğer kavimlerin kabileleri yaşadılar. Romalı tarihçi Tatsit, onlar hakkında yeterince ayrıntılı bilgi veriyor. Diğer eskiçağ tarihçileri de onları göz-ardı etmediler. Ne var ki, her yerde aynı. Bu kabileleri birinci sınıf bir orduda bir araya getirmek mümkün değildir. Onlar iptidai bir hayat tarzı sürdürüyorlardı: Postlar içinde dolaşmakta idiler; silahlardan mızraklara ve ağaç sopalara sahiptiler; orada bronz kılıçlar ve mızraklar bile çok nadirdi… Bu konuya Tatsit’ten başka, arkeoloji de tanıklık ediyor… Öyleyse, “cermen kabileler” konusu nedir? Onların Roma karşısındaki konumları nedir?
Burgundlar –demir atlılar– başka bir konu. Bu “cermenler”, Avrupa’ya Baykal kıyılarından –burası onların doğdukları yurt (yer) idi – geldiler. Bugünkü İrkutsk obası toprakları üzerinde Burgund arazisi vardır; burada bir zamanlar bu soydan insanlar yaşamışlardı. Arkeologların Eski Altay’da buldukları şeyler, şüpheye bile yer bırakmıyor. Burgundların tarihlerinde gerçekten runik yazılar vardı; hepsi Türk kültürü. Bütün sayfaları onlar işgal ettiler.
İşte o, bu “cermenkabile”nin gerçek izi. İspat olunmuş, uydurulmamış bir iz.
435 yılında (Attila’nın hükümdarlığının başlangıcında), ordu Orta Avrupa’ya kadar gelmiş ve Burgund-yurtu veya Burgundiya’yı kurmuştu. Bütün bunlar biliniyor… Burgundiya’da Türkçe konuştular, runik harflerle yazdılar; bugün bile Burgundiya müzelerinde her konuda bilgi edinmek mümkündür. Sergilenen şeyler, en inandırıcı sözler! Bezemeler, günlük hayattan parçalar, milli mutfak, hatta Burgundların kendi dış-görünüşleri, hepsi, her şey Türk, Türk’e mahsus… Gerçekten, tartışılacak bir konu yok; bir şeyler anlamak isteyenler için, her şey anlaşılır durumdadır.
Burgundiya – Kıpçaklar tarafından kurulmuş bir ülkedir. Hatta bunu ismi bile anlatıyor.
İşaret etmek gerekir ki, her zaman, her çağda göçmenler, baba evlerini terk ederken, o yerlerin isimlerini de birlikte götürdüler. Bu da insanların izledikleri, tereddüt etmedikleri bir gelenek… Tecrübeli bir tek etnograf bile ona ilgisiz kalmıyor. Mesela, Avrupalılar, Amerika’yı veya Avustralya’yı iskan ederken, orada öz isimlerini muhafaza ettiler; şu şehirler böyle ortaya çıktılar: New York, New England, New Plimut, Moskova, Sen-Petersburg ve diğerleri. Benzeri örnekler çok.
Yerleri ve onların isimlerini değiştirme geleneğini başlatanlar Türkler değil midir? Mesela, Altay’da Tulun (Tolun) yurtu, Orta Rusya’da Tolu (Tula) şehri, Fransa’da Toulouse şehri hala ayaktalar. Onları Attila’nın çağdaşları kurdular. Her birinde silahlı adamlar yaşamışlardı!.. Mesela, Toulouse 419’dan 508 yılına kadar Batı Avrupa Kıpçaklarının (Batı-gotlar) başkenti dahi olmuştu. Bütün bu şehirler, Büyük kavimler göçü yolları üzerindeki işaret taşlarıdır; onların isimleri aynıdır ve Türkçe “tolum” (silah) kelimesinden gelmiştir.
Çağdaş Avrupa Sibir’de mi başladı?.. Geri kalmış Avrupa’ya yeni bir hayat veren Sibir değil midir?
Değil mi acaba? Onun nüfusunun esas kütlesi buradan, Eski Altay’dan geldi; bunlar Romalı politikacılar sayesinde tarihe “cermen kabileler” olarak geçtiler.
Teringler (Turingler), Attila’nın ordusundaki Burgundların yanı başlarında savaştılar. Ve Altay’dan geldiler! Orada, onların doğdukları yurdun yeri hala duruyor. O, unutulmadı.
Türkçe “tering” sözü, “derin”, “bol/bereketli şey” demek. Bu isim dahi, Büyük kavimler göçüyle birlikte “göçtü”; o da coğrafya haritası üzerinde az iz bırakmadı. Turinglerin yurdu, Avrupa’da Burgund-yurt ile aynı zamanda ortaya çıktı. Onu, bugün Turingiya –Almanların yeri– olarak biliyorlar. O, daha yakınlarda, yarış atlarıyla, enfes kımızıyla ve rayihalı yoğurduyla tanındı… Demek ki, eski Türk zanaatleri unutulmadılar! Yaşıyorlar.
Bir İtalyan şehri olan Turin’in isminin deşifresine, galiba, ihtiyaç bulunmuyor; o, kendisini anlatıyor. Şehrin tarihi dahi, Büyük kavimler göçüyle, Savoya ulusu ile yakından bağlantılıdır.
Kuzey İtalya’nın eski yerleşim yerlerinin en az yarısının, şöyle veya böyle, bir Türk tarihi bulunduğunu belirtmekte fayda vardır: Burada Kıpçaklar kütle halinde yerleşmişlerdi.
Mesela, Venedik’te bir ‘Türk Meydanı’ vardır; eski şehirde, eski bir yer. Çünkü, küçük bir yerleşim yerinden bir şehir ‘yaratmak’ suretiyle, bu yerleşim yerine asıl Türkler-Kıpçaklar şöhret kazandırdılar. Onlar, buraya Altay’dan geniş yapraklı ağaçlar getirmişlerdi; eski Venedik bugün onlar üzerinde duruyor… Hayır, Avrupa’nın tarihi söz konusu olduğu zaman, Büyük kavimler göçünü unutmak mümkün değildir. Hayatta her şey çok fazla birbirine bağlıdır.
Saksonya, Bavyera, Savoya, Katalonya, Bolgarya, Sırbistan, Hırvatistan, Çek, Polonya, Macaristan, Avusturya, İngiltere, Litvanya, Letonya (liste büyük!)… Bunları dahi Türkler-Kıpçaklar kurdular. Bu ülkeler Attila ile başladılar. O, Avrupa’ya kendi öncü halkını getirdi; Altay’dakilere benzeyen ulu dağların yakınında yerleşti. Ve dağlar, Attila’nın Alpleri adını aldılar –bugünkü Ettsel Alpleri (Avrupalılar Türk başbuğunun ismini böyle bozdular).
Karpatlar ve Balkanlar isimlerini Türkler verdiler. Türkçe “balkan” sözü, kelimesi kelimesine, “ormanla örtülü dağ” demek. Hem de, iğne yapraklı değil, geniş yapraklı ormanla. Güney Avrupa’nın bu bölümü, tam bu tür ormanlarla kaplıdır. Eskiden, Gemimont (Eski Hemus)’tan gelme Gem veya Em adını taşıyordu.
Karpatlar kelimesindeki Türkçe kök, çıplak gözle bile görülebiliyor – “yatağından taşmak”, “yerinden taşmak”. Gerçekten de burası, korkunç taşkınlarıyla ünlüdür. Onu, tam adlandırmak zor. Avrupalılar, Kıpçaklar gelinceye kadar, ona Sarmat dağları adını vermişlerdi.
Büyük kavimler göçü, ebedi olarak, derin izlerini bıraktı. Eski Altay kendilerine dar gelmiş olan Türklerin nerede, ne zaman ve nasıl topraklar üzerinde yerleştikleri harita üzerinde görülüyor. Büyük bir milletin eserleri, yok olup gitmiyorlar!
Yorumlar kapalı.