Her
şey olması gerektiği gibi rutin seyrinde devam ederken önce Mısır, Ukrayna
derken Suriye’de patlak veren olayların oluşturduğu, başkaları eliyle yakılan
ateş çemberinin içine iteklendik. O çemberin kızgın odağına girmemek için ayak
dirememiz, kısmen o alevin yakıcı özünden bizi uzak tutsa da, yalazından
korumaya yetmedi, yetmiyor.. komşulardaki yangın ateşinin/alevinin yalazı bizi
de artık olayın öznesi topluluklarla özdeşleştirmiş, yakmadığımız bir ateşin
kundakçısı algısıyla karşı karşıya getirilmiş bulunuyoruz.
Canımızı
yakan, canımız yandıkça öfkemizi ve tepkimizi yoğunlaştıran bir sürecinin içine
itildik. Bu yangın artık sınırlarımızdan içeriye doğru, doğrudan evlerimize
kadar geldi. Dıştan gelen bu uyarıcı tehlike karşısında tepki verirken içteki
güç ve irademizin, tuttuğumuz ve tutunduğumuz safın doğru konuşlandırılması, hayati
derecede bir önem içeriyor. Öncelikle yangın karşısında, tarafımızı
itfaiyeciden yana belirlememiz gereken bir süreçte, “bana ne”
nemelazımcılığındaki tavrın oyunbozanlığı, yangın kundakçılarının arayıbda
bulamayacakları en büyük örtülü desteği oluşturuyor. Öncelikle bu tespiti de
tarihe not düşme adına hafızalarımız bir köşesine kaydedelim.
Yangının
Suriye üzerinden tüm ortadoğuya yayılma istidadı göstermesi, kim bilir oldukça
ciddiye alınacak bir değerlendirme ile, Birinci Dünya Savaşı’nın sürdüğü
yıllarda Fransız devlet adamı Georges Clemenceau’nun, ‘Bir damla petrolün
değeri bir damla kana eşittir’ sözüne denk bir uluslararası güç mücadelesinin,
ya da Ortadoğu’daki Şii Hilali peşinde koşan İran’ın alan hakimiyeti kazanma
tezine dayanıyor. Hangisi diğerin ağır basar, bunu zaman gösterecekse de, ilk
etapta görülen üst başlık, 21 yüzyıla girerken Ortadoğu’daki tüm çatışma ve
savaş denklemlerinin enerji yüzünden çıktığı gerçeğidir.
Tam
da bu hengamede Ortadoğu’da sözü dikkate alınacak olan ülke Türkiye iken, “köprüden
önceki son çıkışın virajında” 2013 yılı yazında bizde Gezi eylemleri
başlatıldı. Geçen hafta Gezi eylemlerini konu alan dava sonuçlandı. Gezi
eylemlerine katılan 7’si yabancı 255 kişinin yargılandığı davada, 7 kişi beraat
etmiş, 244 sanığa ise çeşitli suçlardan ceza verildi. Ancak bu cezalar ya
ertelendi ya da para cezasına çevrildi. Cezayı yetersiz bulan, ceza hukuku
avukatları “Çıkan karar, cezayı tespit etmesi açısından değerli
ancak yeterli değil” yorumunda bulunurken, kimi basın yayın
organlarında ‘Gezi Davası’nda 244 kişiye ceza çıktı’ şeklindeki
abartılı haberler, ‘sanki orada bir suç işlenmemiş’ gibi bir
söylemle topluma sunuldu. Milletin balık hafızalı olduğunu sanan
bu art niyetlilerin manipülasyonuna rağmen biliyoruz ki Gezi eylemleriyle
yüzlerce kamu binası tahrip edildi, toplu taşıma aracı otobüsler ve polis
araçları yakıldı, banka ATM’leri parçalanıp yağmalandı, binlerce iş yeri
kundaklandı, özellikle yönetimde olan liderlere alçakça hakaretler edildi.
Sanki
hepimiz farklı dillerde konuşuyor gibiyiz. Sanki birbirimizi anlamamak için
özel bir gayret gösteriyor gibiyiz. İçimizdeki “imdat”
çığlıklarını bir zafer sarhoşluğunun “zılgıt”ları gibi
karşılıyoruz. Oysa yangın gelip duvarımıza dayandı, etrafımızı sarıp
sarmalamadan önce ““köprüden önceki son çıkış”ta bizi
tehlikelerle dolu bir “virajın” beklediğini bilmek
için kahin olmaya gerek yok. Sonra Ağıt yakmaya yetecek zamanımız bile
olmayabilir…
Yorumlar kapalı.