Kışta kalmakla bahara geçmek arasında kararsız olan insanların iç dünyasına benzer bu günler. Her olaydan, mevsimden, havadan, iklimden, aydan, yıldan ve zamandan anlam çıkarmak mı güzeldir yoksa bunlardan yoksun bir tefekkürsüzlük mü? Bazı duygulardan yoksunluk bir avantaj haline gelebilir mi acaba? Kar yağdığında, güneş açtığında mevsim örtüsünden soyunduğunda ya da yeşil elbise giydiğinde, sular eriyip çağladığında her değişimin bizi etkilemesi anormal bir duygu hali midir? Yoksa bunlardan hiç etkilenmeden günü gün içinde kendince tüketmek mi?
Bu incelikleri düşünmeyenler daha gamsız oluyorlar sanırım. Mekanik tekrarlarla günleri tüketmek. Saatlerin hakkını verememek. Ayların anlamına inememek. Zamanın kuşatıcı duygusal atmosferine bürünememek. Bildik ve koşullu öğrenilmiş tekrarla zamanı bir buz gibi eğreti tutarsızlıklarla eritmek. Daha kolay daha hafif ve yoruculuktan uzak. Velev ki, sığ olsa da…
İşte yaş dediğimiz süreler evirildi bir tarafa. Tıpkı Mart ayının bahara evirilmesi gibi. Nisana el sallaması gibi. Geçiyoruz bir zamanın içinden. Henüz direnirken eski günlerde kalmaya, umutlarımızı yitirmemişken, bir de bakıyoruz Marttan, Eylül ve Kasım’ı görebiliyoruz. Oysa ne kadar da kestirmeymiş günler, aylar ve yıllar. İşte alabora olduk mevsimin bir anında. Kar tozalakları istese de tutunamıyor cemre bozgunlarından sonra. Penaltı bekleyen kaleciler misali pür dikkat kesilsek de yine de ters köşeye yatırıyor ömrün mevsimi, hayatın ekseni. Tarih hep tekrar ediyor mevsim bahar diyerek. Oysa çok nazlıdır güneş mart geldiğinde. Fazla mutlu etmez üşüten sıcaklığıyla. Huzurlu anlarınız ilelebet sürmez. Bu yüzden öyle sahte gülücük gösteren güneşlere aldanmayın derim.
Bir prodüksiyon gibi algılamak. Takıldıkları yerden bildik tekrarla yaşayışı sürdürmek. Nazını çeken insan bulunca tepesine binmek. Kendine gelince duygu sağırlığına düşmek. Normalleştirmek hataları. Basit görmek duygunun değeri. Değersizleştirmek sevdiklerinizi, dostum dediklerinizi. Tüm bu yaklaşımlar Şubattan mana çıkaramayanların halini andırıyor bana. Akılcı ve tipik prensipleri olanlar duygu hissetmezler mevsim ve tabiat karşısında güzel manalar yükleyip de. Anlam veremezler böyle düşünenlere de. Güneşi görünce heyecanlanmamak, duyguların silinip gitmesini anlamlandırmamak, susayan ağaca su vermemek, kuruyan çiçeğe üzülmemek, don vurmuş meyveleri umursamamak karlı buzlu soğuklara öfke duymak, hissizliğin rahatlığını sürmek…
Onların anlayacağı türden değildir bunların ne manaya geldiği ve sizde bıraktığı hisler. Duygusal bir zekayı bünyesinde misafir edenlerin işidir Şubat’ın çağrısına, Mart’ın seslenişine anlam vermek. Cemreler üzerinde kafa yormak. İklimin insan üzerindeki etkisini anlamaya çalışmak. Tabiat üzerinden tefekkürle varlığın sahibine yol bulmaya çalışmak…
Zira ne demiş büyük müceddid İmamı Rabbani Hazretleri; “Bir anlık tefekkür, bin yıllık nafile ibadetten daha hayırlıdır.”
Tefekkürünüzün bol olması, ilim, irfan ve şuurunuzun geniş olması dileğiyle, hoş gelsin baharın ön habercisi Mart…
Yorumlar kapalı.