Ön ve Orta Asya, Kafkasya, Karadeniz’in Kuzeyi, İdil-Ural ve Batı Sibirya’daki Eski Türkler
Geleneksel Türkoloji de eski Türkilerin yerleşim alanı sadece Orta Asya ve Altay bölgesi olarak tanımlanmaktadır. Daha önceleri güya sadece İran’i dilli kavimlerin yaşadığı Orta, Ön ve Küçük Asya, Kafkas, Karadeniz’in kuzeyi, İdil-Ural ve Batı Sibirya bölgelerine ilk Türkiler milattan sonra IV-XI. yüzyılları arasında geldikleri sanılmaktadır. Bu makalede somut verilere dayanılarak eski Türki dilli yerleşim alanların söz konusu bölgelerde de mevcut olduğu gösterilmeye çalışılacaktır.
Ön ve Küçük Asya’daki Eski Türki Dilli Yerleşim Alanı
Ön ve Küçük Asya’daki eski Türki dilli yerleşim alanın varlığı konusu hiç kimse tarafından incelenmemiştir zira, her yerde ilk Türkilerin Ön ve Küçük Asya’ya gelişi milattan sonra XI. yüzyılında gerçekleştiği şeklindeki konsept geçerli olarak muhafaza edilmiştir.
Ancak, Sümer, Akad, Asur ve Urartu kaynaklarının incelenmesiyle Ön Asya’nın eski tarihine yeniden ve yeni bir açıdan ışık tutulmasına imkan sağlanmış olacaktır. Bu şekilde Azerbaycan dilbilimcisi Firidun Agasığlu Calilov yukarıda bahsedilen kaynaklarının incelenmesine dayanarak milattan önce IV-III. binyıllarında Dicle nehrinin üst kısmında Asurya ve Urartular arasında Türki dilli Subarların (Sub-ar “nehir insanları”) yaşamış olduklarını ortaya koymaktadır. Daha sonraki satırlarında araştırmacı ayrıca Türki dilli Kumanlar, sonra Türki dilli Gutiler, Lulu ve Urmu gölünün güneyinde yine Türki dilli Turukları işaret etmektedir. Bunun dışında Asur, Akad ve Urartu kaynaklarına göre söz konusu gruplar arasında Kumuklar, Kaşgaylar, Gugerler, Salurlar ve diğer gibi isimli Türki dilli kavimlerin varlığına işaret edilmektedir (15, 41-66, 156-162)
Bunun dışında, Ön Asya’da eski Türki yerleşim alanın varlığı, burada ve ayrıca Küçük ve Orta Asya’da bazı coğrafi yerlerinin milattan çok öncesinden Türki cins isimleri taşıdığı, bunların bir kısmı daha sonra bazı yerlerde özel isim haline geldiği gerçeği ile de kanıtlanmaktadır.
Eski Yunan seyyahlar ve Büyük İskender’in tarihçileri geçtikleri yolu anlatarak Küçük, Ön ve Orta Asya’daki coğrafik yerlerin isimlerini bu şekilde vermişlerdir.
Örneğin, Küçük Asya’da Tavr (Pontoslu Tavr, Küçükasyalı Tavr) adını taşıyan dağlar mevcuttur. Eski Yunanlıların bildirdiğine göre milattan çok öncesinde yerli halklar bu Tavr dağları ve buradan Ön ve Orta Asya üzerinden doğuya Himalaya’ya kadar uzanan sıradağları Tavr kelimesiyle adlandırıyorlarmış (11, 283). Tavr kelimesi köken itibariyle “dağlı insanlar, dağlılar” anlamını taşıyan Türki etnonimdir. Bu kelime tau/taw/tav “dağ” ve ar/er “insanlar, erkekler” anlamında olan sözcüklerden oluşmaktadır.
Yerli Türkiler gelen eski Yunanlılara etrafı anlatırken Tavrıların “dağlıların” yaşadığı tüm dağları Tavr (Tavr tauları “dağlıların yaşadığı dağlar”) kelimesiyle adlandırmıştır. Buna istinaden eski Yunanlılar Tavr dağları Küçük Asya’dan Himalay’a kadar uzayan dağlar şeklinde işaretlemişlerdir. Tavrıların “dağlıların” yaşadığı tüm dağları anlamına gelen bu cins ismi tavr daha sonra Küçük Asya (ve Kırım’da) bazı dağların özel isimleri haline gelmiştir.
Örneğin, aynı şey Türki kelimeler olan kaukas ve kroukas için de söylenebilir (11, 283). Ön ve Orta Asya’daki yerli Türkiler eski Yunanlılara etrafı anlatırken tüm kayalık ve üzerlerindeki karlardan dolayı beyaz olan dağları kaukas “karlı kayalı dağlar” veya kroukas “beyaz kayalı dağlar” diye isimlendirmişlerdir. Kaukas (Kafkas) kelimesinde kıy/kay “beyaz”, kas “kaya” kas/kis “kesmek” sözcüklerinden gelmektedir ki, daha sonra Türk dilinde bu sözcük kıya/kaya ayrıca kıy/kay “kesmek” sözcüğü ile değiştirilmiştir. İkinci kelime olan kroukasta ilk kısım krou “kırağı, kar”, ikinci kısım ise kas “kaya” anlamındadır.
Küçük ve Orta Asya’nın bazı dağları yerli aborigenler tarafından Yunanlılara Oksiy adı ile takdim edilmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla bu dağlar temiz nehirlerin aktığı dağlardır. Oksiy Türki dilindeki aksay/oksuy/oksiy’dir: ok/ak “beyaz, temiz”, su/say/siy “nehir”.
Aynı aborigenler (yerliler) bazı nehirleri o zamanlarda cins isimleri olan Araks, Oks, Tanais kelimeleriyle adlandırmıştır: Araks -Türki dilindeki arık/arak “nehir, su yolu”; Oks da- Türki dilindeki aksu/oksu “beyaz, temiz nehir, su”; Tanais ise-Türki dilindeki tınıs/tınıç “sakin, taşkın olmayan nehir” vb.’dir.
Bundan dolayı, Ön ve Küçük Asya’da eski Türki yerleşim alanın var olmadığı ve ilk Türkilerin buralara ancak milattan sonra XI. yüzyılında geldikleri şeklindeki resmi tarih biliminde kabul edilen aksiyomun fiilen gerçeklere uymadığı ortadadır.
Ön ve Küçük Asya’da eski Türki dilli yerleşim alanın varlığı ile ilgili ipuçları “Sümer dilini nasıl bir Türki dili etkilemiştir” şeklindeki sorusunu da ortadan kaldırmaktadır. Mesele, Akad kaynaklarının bildirdiğine göre, Bağdat güneyindeki bölge Sümerlerin yaşadığı Kuenkir (Kangar) bölgesi ismi ile anıldığı, Bağdat kuzeyindeki bölge ise Subarların yaşadığı Subartu bölgesi ismi ile anıldığından ibarettir. Sümerler kendilerini Sümer adı ile değil Kangarlı veya Kangar adı ile adlandırıyordu. Herodot’ta bu etnonim Angareon şeklinde rastlanmaktadır. Kangarlılar Sümer ismi ile Akadlıları ve diğer halklarını adlandırıyordu ki, bu etnonim onların diline Subarlardan geçmiştir. Yani onlar, Kangarları (Sümerleri) de Subarları da farklı dil ve lehçe ortamlarında sumar/sumer/şumer/samar/suar/sabir/savir/sibir vb. farklı şekillerde telaffuz edilen Subar etnonimi ile isimlendiriyordu (15, 157).
Bu şekilde, Sümerlerin dilini Subar dili ve onun lehçeleri, yani o zamanlarda Kuman, Kumık, Turuk, Kuti, Lulu, Kaşgay, vb. etnonimleri ile adlandırılan en yakın Türki komşuları etkilemiştir. Ancak, birçok araştırmacının kanısına göre, Sümer dilinin kendisi Türki dili değilmiş.
Başka bir şekilde de düşünülebilir. Sümerlerin kendini isimlendirmede kullandıkları Kangar kelimesi onların yaşadığı bölgeden geldiği varsayımı bir soruyu daha ortaya koymaktadır: neden bu bölge Kangar diye adlandırılmıştır? Kangar kelimesi etnonimdir, hem de Türki bir etnonimdir. Yani, burada Kangarlar yaşamıştır, ancak ne zaman? Sümerlerin bu yerlere gelişinden önce buradaki Sümerler aslında Türki dilli Kangarlar mıydı? Eğer bu böyle ise, artık milattan önce IV. binyılda onlar Semit dilli Akadlar arasında asimilasyon sürecini yaşamakta idi. Bu durumda, Sümer dilindeki Türki kelimeler aslında Türki dilinden alınma kelimeler değil kendi başına Türki bir sübstratum durumundadır, yani yenilmiş Türki dilinin izleridir, ki bu dili kullananlar daha sonra Akad dilini benimsemiştir. Görünürde, Sümer-Kangarların bir kısmı Orta Asya’ya göç etmiş ve buradaki Horezmliler ile birleşerek Horezmlilere de ek olarak Kangar etnonimini aktarmıştır. Horezmliler arasında kangha/kangüy/kangar gibi etnonimlerinin kullanımı bundan dolayı olmalıdır.
Ön Asya’daki eski Türki dilli yerleşim alanı Orta Asya, Kafkas, İdil-Ural, Batı Sibirya, Kazakistan ve Merkezi Asya bölgelerinde çok güçlü bir Türki etkisine neden olmuştur.
Orta Asya’da Eski Türki Dilli Yerleşim Alanı
Orta ve Ön Asya kendi başına eski yazılı kaynaklarına girmiş olan bir bölgedir. Bu bölge Hint-Avrupalı bilim adamlarınca ve özellikle İran’i, Yunan ve Romalı tarihçiler tarafından titizlikle, ancak orada Hint-Avrupalı etnik kökler bulmak şeklindeki bakış açısı ile incelenmiştir. Bu bağlamda en çok Hint-İrani uzmanlar özenmektedir ki, bunlar Ön ve Orta Asya, Kazakistan, İdil-Ural, Karadeniz’in kuzeyi ve Kafkas bölgelerine sadece Hint-İranilerinin eski ata yurdu imiş gibi bakma eğilimindedir. Bu bakış açısı taraftarları, arkeolojik verilerinin analizine dayanarak söz konusu bölgelerindeki ve özellikle Orta Asya ve Kazakistan’daki arkeolojik kültürlerinin sahipleri milattan önce II. binyılında buralarda yaşayan ve Hint-İran’i dilleri konuşan yerleşik çiftçilerin olduğunu iddia etmektedir (1, 40-41). Ancak, söz konusu bilim adamlarının görüşüne göre, milattan önce III. binyılından başlayarak milattan sonra VI. yüzyılına kadar güçlü devlet yapılarına ve dolayısıyla yüksek maddi ve manevi kültürüne sahip olan bu Hint-İrani halklar milattan sonra VI-VII. yüzyıllarda gelen göçebe Türkilerin etkisiyle Türki halklarına dönüşmüştür. Hint-İrani bilim adamlarının böyle bir iddiasına inanmak çok zordur zira, tarihin her yerinde tam aksini görmekteyiz, yani gelen göçebeler, hatta çok daha yüksek kültüre sahip istilacılar bile zaman içinde çoğunluk olan aborigenlerin (yerlilerin) etkisi ile asimilasyona tabi tutulmuştur. Bundan dolayı burada başka bir ortam ortaya çıkartılabilir. Orta Asya’da milattan önce daha III. binyılında birçok defa eski İranlı devletlerin içerisinde yer alan Türki kavimler de yaşamıştır ve bugün Orta Asya ile Kazakistan’da yaşayan Türki halkların ataları onlardır.
Milattan önce III. binyılında bu bölgelerde yaşamış olan hangi kavimler Türki dilli olabilir? Tarihten biliyoruz ki, Ön ve Orta Asya’da Sümerlere paralel olarak Elam Devleti de var olmuştur. Milattan önce III. binyılından itibaren yerel hiyerogliflerin yerini alan çivi yazısını Elamlılar Sümerlerden almıştır. Ancak maalesef Elamlı çivi yazıları bugüne kadar da çözülememiş olduğundan dolayı hangi dilde yazıldıkları bilinmemektedir. Bilim adamlarınca bu dilin Hint-İrani dili ve bir bükünlü (flektif) dili olmadığı, aksine bitişimli (agglütinatif) bir dili olduğu tespit edilmiştir. Anlaşılıyor ki, bu bölgede bir bitişimli dil ancak Türki dili olabilir. Orta Asya’daki Elam Devleti Türki dilli kavimler tarafından kurulmuş ve bu kavimler ülkesini Türki dilinde “benim ülkem” (İl-em>El-em>Elam) anlamını taşıyan Elem kelimesi ile adlandırmış olabileceği olanaklıdır. Bunun dışında XIX ve XX. yüzyıllarda da bilim adamlar Elam dilini Türki dili ile ilişkilendirmişler, ancak bu teşebbüsler Hint-İranililer tarafından hemen reddedilmiştir. Bir dayanağı olmadan İ. M. Dyakonov da Elam-Türki öğretileri bilim öncesi öğretiler olarak nitelendirmiştir (7, 107).
Tarih boyunca Elam Devleti’nin kültürü milattan önce I. binyılına kadar takip edilebilir ve milattan önce I. binyılının başında onun yerini Saksk (4, 33-36) ve Huarasmiy (6, 119) devletleri almıştır. Somut etnogenetik araştırmalar Sakların Türki dilli olduklarını ve aynı zamanda İrani dilli oldukları konseptinin doğru olmadığını göstermektedir.
Aşağıda kısaca Horezmiylilerin etnogenetik konularına duracağız Resmi tarih biliminde Horezmlilerin ilk baştan daha İrani dilli oldukları ve ancak VI-VII. yüzyıllarda göçebe Türkilerin etkisiyle “kendi” İrani dilini Türki dili ile değiştirmiş oldukları kabul edilmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi bu bakış açısının tenkitlere dayanacak hali yoktur. Gerçekte Horezmiyliler baştan itibaren Türki dilli idi ve bu halleriyle Orta Asya ve Kazakistan’ın çağdaş Türki dilli halklarının içine dahil olmuştur. Bu birinci tespitimizdir.
İkinci tespitimiz Horezm etnoniminin etimolojisi ile ilgilidir. Eski çağlarda bu etnonim Hvarizm, Horazm, Horamni gibi varyasyonlara sahipti. Bu etnonimi etnonimlerin Türki modellerine dayanarak anlamsal kısımlara bölersek Hvarizm, Horasm, Horezm varyasyonlarında Huar ve As olan iki kökü ve ayrıca 1. şahıs, tekil -m aidiyet ekini (-ım) görmekteyiz. Huar veya başka bir değişle Suar, iki adet kökten oluşmaktadır-Su (hy>hu)”su” ve Ar yani “insan, adamlar” anlamında gelen en eski Türki etnonim ki, bir bütün olarak Huar “nehir insanları” anlamındadır. Huarasm etnonimin içinde Suar etnonimin varlığı Huarasların bir nevi Ön Asya’daki Subarların (Suarların) torunları olduklarını göstermektedir. Ayrıca Suar (Huar) etnonimi Kafkas, İdil-Ural ve göründüğü gibi Orta Asya’da da aktif olarak kullanılmıştır. Huarasm etnonimin ikinci kısmı As dır ki, o da en eski Türki etnonimlerden biridir. Huaras Suarların kaviminden olan Aslar anlamına gelmektedir. Huaraslar kendi devletini kurmuş ve hem onu hem de ülkesini sadece Huaras şeklinde değil sevgi ile Huarasm “benim Huaras” diye adlandırmışlar. Zamanla Huarasm ülkesinin adı Huarasm>Horezm etnonimin anlamında da kullanılmaya başlanmıştır.
Huaras etnoniminin ilk kısmı Türki etnonimin Suar (Huar)’dan geldiği As etnoniminin olmadığı ancak -m (ni-anlaşılan daha sonra İrani dilinin etkisinde oluşmuş) aidiyet ekinin bulunduğu Horamni varyasyonundan da anlaşılmaktadır.
Şumer (Sumer/Sumar/Subar) ve Horezm (Huar-as-m) etnonimlerindeki aynı kökünün (Suar/Huar) varlığında Sümerlerin ve Horezmiylerin etnik akrabalığının belirgin izleri görülmektedir. Bunun dışında, bu durum Sümerlerin kendilerini Kangar, diğer halklar ise Horezmiyleri Kangha veya Kangüy şeklinde adlandırdıklarından da anlaşılmaktadır (14, 341). Bu üç tane etnonimin temelinde aynı birincil etnonim kökü olan Kang/Kann “ilk ata” yatmaktadır.
Pamir vadisi ve Hindukuşta Suarlar ve Aslar (Huaras) ile yan yana (Suar etnonimi gibi) etnonimleri aynı şekilde “nehir insanları” anlamını taşıyan Bulgarlar da yaşamıştır. Bulgarlar ve Suarlar İdil bölgesinde de yan yana yaşamıştır. Bulgar bilim adamları Bulgarların Orta Asya Türki yerleşim bölgesinden geldikleri görüşünü ifade etmektedir. Sonradan Bulgarlar Karadeniz’in Kuzeyi-Tuna havzasındaki Türki dilli yerleşim alanın oluşmasına katkıda bulunmuştur.
Birincil (bileşik olmayan) etnonimleri taşıyan kavimler ikincil (bileşik) etnonimleri taşıyanlara nazaran çok daha önceki dönemlerde yaşadıkları bilim tarafından tespit edilmiştir. Bundan dolayı, Orta Asya’da Huaraslardan çok önce Arlar, Aslar ve Suarların yaşadığının itiraf edilmesi gerekmektedir.
Türkilerin çok eski çağlardan beri kendi ülkelerini saygı ve sevgi ile benim anlamını taşıyan ve Türki dilinde Huarasm, Elem > Elam, Kırım, Biarm vb. gibi 1. şahıs, tekil -m aidiyet eki ile ifade edilen zamir ekini da ekleyerek adlandırdıkları konusunda bir kez daha okurlarımızın dikkatini çekmekteyiz.
Horasmiler (Horezmiyler) ile Pardılılar (Parfyanlılar) da yakın ilişkilidir. İranilerin hakimiyeti altında bulunan Pardılılar, Horasmiler, Sogdiler, Gandariler ve Dadikiler İrani çarı Kserks’in ordusunda birlikte bir kol oluşturdukları ve Pardılılar ile Horasmiler aynı komutanın emrine göre hareket ettikleri görülmektedir (5, VII, 66).
Burada herşeyden önce Pardılıların (Parfyanlılar) baştan itibaren Türkiler olduğunu ve sonradan Orta Asya’daki Türkilere katıldıklarını işaret etmemiz gerekmektedir. Eğer onlar İrani dilli olsaydı göçebe Türkilerin Türki dilini kabul edemezdi, aksine “gelen” “göçebe” Türkileri asimile ederek onlara Hint-İrani dilini kabul ettirirdi.
Pardılılar etnoniminin etimoloejisi de Türki etnonim modeline göre açıklanmaktadır. Pardı kelimesi par (bar) “varlık, bolluk, zenginlik” sözcüğü ve-dı (-lı) ekinden oluşmakta olup Pardı “zengin, mal sahibi, bolluk içinde yaşayan” anlamını taşımaktadır. Rusça dilinde th sesi ilk önce theta (q) aracılığı ile daha sonra ise (F) ile aktarılmıştır. Bundan dolayı Pardı’dan Rusça varyasyonu Parfı > Parfyane ortaya çıkmıştır. Pardı kelimesinin Türki kökeni olan bir etnonimin olduğu konusu Prikamye bölgesinde de Bardı şeklinde ve ayrıca ayidiyet eki -m ile birlikte Bardım olarak bölge ismi gibi kullanıldığı verileriyle de desteklenmektedir. Moğol istilasından önce Azerbaycan’da ismini hakimlerinin etnoniminden alan ve Barda adını taşıyan hızla gelişen bir ticaret ve sanat merkezinin var olduğu bilinmektedir.
Pardı halkının devleti Hazar Denizi’nin güneyi ve güneydoğusunda Yunanlılara ve İranilere karşı yapılan mücadele süreci neticesinde milattan önce III. yüzyılında kurulmuştur. Yükseliş döneminde Mezopotamya’dan Hindistan sınırlarına kadar geniş alanlar bu devlete bağlı idi. Görünürde daha Sümerlerin döneminde Pardılılar Ön Asya’ya kadar ulaşıp Sümerlerle ilişki içinde idi. Daha sonra Pardılılar Türkmen halkının oluşumunda aktif rol oynamıştır. Eski Pardılılar Türkmen olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Anlaşılıyor ki, Basra Körfezi’nin doğusundaki Hamsinli Türkmenler ve Irak ile Suriye’de yaşayan Türkmenlerin Pardı Devleti’nin Ön ve Orta Asya’da büyük toprakları kontrol ettiği dönemlerden beri oralarda kalmıştır.
Kaynaklarda Yunan-Baktriy devletinin nüfusu olarak yaşayan ancak Horezmiyleri ve Pardıları ile yakın ilişkide bulunan Sogdılar tasvir edilmektedir.
Sakiler İrani dilli olarak gösterilmekte, ancak Türkologlar onları da Türki dilli olarak kabul etmektedir. Sogdı kelimesi de Sak veya Saka etnoniminden -dı (-lı) ekinin yardımı ile oluşan bir etnonimdir. Sakdı > Sagdı > Sogdı “Sakalarla karışmış kavimler” anlamında gelmektedir.
Eski kaynaklarda Horasmiler, Pardılar ve Sogdılar ile birlikte Arı/Ariy ve Gandariy’den de bahsedilmektedir. Herodot’un yazdığına göre Ahemenid İran’da Pardılar, Horasmiler, Sogdılar ve Ariyler devletin onaltıncı vilayetini oluşturuyordu (5, III, 93). Daha sonra Herodot, Ariyler isminin aslında Midyalılara verilen isim olduğunu işaret etmektedir (5, VII, 62). (Midyalıların bir kısmının Türki dilli olduğu konusunda uzman görüşleri de mevcuttur.) Ariylerin, Pardıların, Horasmilerin, Sogdıların, Gandariylerin ve Dadiklerin aynen Baktriyler gibi silahlanıp kuşanıp savaşa katılmak için sefere çıktıklarını yine Herodot tarafından bildirilmektedir (7, VII, 66). Bilindiği gibi Baktriy’da ise Türki dilli olan Toharlar/Togarlar (İbranice olarak Togarma) kavimi hakimdir.
Ar/Er ismi en yaygın birincil ve Türki bir etnonimdir. Eski çağlarda Orta Asya’da bu etnonim birincil hali ile çok aktif bir şekilde kullanılmıştır. Arlar daha o dönemde Horasmilerin yapısına (Huar/Suar = Su+Ar+As) ve Kangarların yapısına (Kang+Ar) dahil olmuştur. Hatta, Arların müteakip gelişimlerine bağlı olarak ikincil etnonimler taşıyan Bolgar/Bulgar, Suar, Hazar, Sarir, Tatar, Avar, Mişar, Salar, Uygur vb. gibi birçok kavim oluşmuştur.
Gandariy etnonimine gelince ise Türki etimolojisine göre o da Arları/Ariyleri kastetmektedir. Ancak gan/han sahibi olan Arlar şeklinde ki, Gandı-Ar içerisinde Gandı/Hanlı “han sahipleri olan” anlamını taşımaktadır.
Arlar/Ariyler ile ilgili anlamsal açıklamalarımız elbette Hint-Avrupalı bilim adamlarının yorumlarıyla örtüşmemektedir. Hint-Avrupalıların atayurdunu tespit etmeye çalışırken bu bilim adamlar, birçok Orta Asya halkını kendi dil ailesine dahil etmek ve Hint-Avrupalılarının ata yurdunu Merkezi ve Orta Asya şeklinde belirlemek için çok yoğun çalışmalara girişmiştir. Bu istikamette bazı Alman bilim adamlar özel gayretler göstererek bir kısım Orta Asya halklarına (örneğin, Toharlara) suni olarak eski İran’i dilini yapıştırmıştır. Bu tür suni varsayımlar temelinde ve örneğin Ariyleri Hint-Avrupalılara katarak XIX. yüzyılının ortasında aynı çevreler “Ariyalı” ırkı teorisini ortaya çıkarmıştır. Bilindiği gibi söz konusu teori bazında Hint-İran’i diller Ariyalı diller şeklinde isimlendirilmeye başlanmış ve bu dili konuşmuş olanlara, yani Ariylere ortak fiziksel “üstün” ırksal özellikleri yakıştırılmıştır. Ve daha sonra da “Ariyalı Irkı” öğretileri Alman faşistler tarafından Almanları “üstün Ariyalı ırkı” şeklinde tanımlamak için kullanılmıştır.
Burada, yine Orta Asya’daki Türki dilli yerleşim alanına dahil olan Kuşanlarla ilgili birkaç noktaya da değinmemiz gerekmektedir. 1947 yılında A. N. Bernştam “Usun/Kuşan ve Toharlar konusunda” isimli makalesini yayınlamıştır. Bu yazısında araştırmacı, sözkonusu kavimlerin Eftalitlere (Beyaz Hunlar) akraba olan aynı halkın parçaları olduklarını kanıtlamaktadır. Gelenek olduğu üzere yazar hepsini İran’i dilli olarak kabul etmektedir (3, 41-47). Ancak aynı çalışmada kullanılan somut veriler bunların Türki dilli olduklarını göstermektedir.
Kusan (tarih kaynaklarında daha çok Kuşan şeklinde yaygınlaşmış) adını taşıyan halk tarihte derin izler bırakmıştır. Milattan önce I. yüzyılında bu halk kendi devletini kurmuş ve milattan sonra I-III. yüzyıllarında bu devlet Orta Asya’nın önemli bir kısmının, Afganistan, Pakistan, Kuzey Hindistan ve Sintszyan’ın dahil olduğu muazzam bir büyüklüğe ulaşmıştır.
Resmi tarih bilimi bu halkı İran’i dilli olarak göstermekte ve güya bunlar ancak milattan sonra IV-VII. yüzyıllarında gelen göçebe Türkilerin etkisinde kalarak Türkleşmiş olduğunu anlatmaktadır. Bilindiği gibi gerçek hayatta gelen göçebelerin yerli ve daha yüksek kültür düzeyine sahip yerleşik halklarını asimile etmesi değil aksine gelenlerin yerleşik yerlilerin içine asimile olması şeklinde görülmektedir. Bundan dolayı Kuşanların baştan itibaren Türki dilli olduklarını kabul etmemiz yerinde olacaktır. Bunun dışında, tarihi kaynaklarda Kuşanlar Toharların arasında önde gelen kavimlerden biri olduklarını ve Tohar devletinin başında Usunların olduğu açıkça tespit edilmektedir (3, 43). Toharlar ve Usunlar ise kuşkusuz Türki dilli idi. Diğer taraftan bu kaynaklarda Kuşanlar Eftalitler şeklindeki diğer ortak etnonimini taşıyan Beyaz Hunlar ile ilişkilendirilmektedir (10, G. Distunis’in yorumları, 60).
Eski kaynaklarının verdiği bilgiler Kusan (Kuşan) etnonimin etimolojisi ile de desteklenmektedir: Ku “açık, beyaz” San ise Türki Sün’den gelmekte, dolayısıyla Kusan “Beyaz Hunlar” anlamındadır. Kusan etnoniminin Küsan, Güsan, Guşan, Guşana, Kuşan, Kuşana, Kaşan, Kasan vb. gibi birçok fonetik varyasyonlara sahip olduğu açıkça bilinmektedir. Bazı varyasyonlarından yola çıkarak A. N. Bernştam Kusan etnoniminin Usun etnonimin sadece bir Toharlı telaffuzu olduğu düşüncesini ortaya atmaktadır (3, 44). Usunlar Türkidir, Toharlar da Türkidir, bundan dolayı diğer adı ile Beyaz Hunlar olan Kusanlar da Türkidir. Elbette Orta Asya’da Türki dilli yerleşim alanın varlığı sadece bu Hunlar (yani Usunlar, Toharlar, Beyaz Hunlar) ile değil Hunların (Sünlar) tümünün tarihi ile de kanıtlanmaktadır.
Horezmiylerin (Horasmiler), Sakilerin, Sogdıların (Sakadılar), Pardıların (Rusçası: Parfyanler) ve Kuşanların baştan itibaren Türki dilli oldukları konusunda bir başka güçlü argüman tüm bu halkların kendi eski etnonimlerini korumalarında saklıdır. Eğer bu halklar başından beri İran’i dilli olsalardı ve Türki dilini “gelen” Türkilerin etkisinde kalarak ancak IV-VII. yüzyıllarında benimsemiş olsalardı, Türkilerin içinde asimilasyonları sürecinde yeni bir etnonim, yani “gelen” Türkilerin etnonimini kabul etmiş olurlardı. Genellikle asimile edilen halk, eğer devlet kurmamış ise ve diğer halkını yönetmiyor ise, her zaman onu asimile eden halkın etnonimini kabul etmektedir.
Milattan çok öncesinden itibaren Orta Asya’da Türkilerin yaşadığını eski Yunanlı seyyahların işaretlediği Türki kökenli coğrafi isimlerle da ortaya çıkmaktadır: a) sıradağlar-Kavkaz (Kaukas), Kroukas, Tavr ve Oksiy; b) çeşitli nehirler-Araks, Oks, Tanais vb. (11, 283-284).
Elamlılar, Horasmiler, Pardılar, Kuşanlar, Sogdalar, Toharlar, Usunlar ve Orta Asya’daki eski Türki toponimler ile ilgili olarak burada söylenen her şey açıkça ve yeterince kanıtlayıcı bir şekilde gösteriyor ki, bu bölgelerde milattan önce daha III. binyılı itibariyle Orta Asya ve Kazakistan’daki eski Türki dilli yerleşim alanını oluşturan Türki kavimler yaşamıştır.
Kafkas, Karadeniz’in Kuzeyi, İdil-Ural ve Batı Sibirya Bölgelerindeki Eski Türki Dilli Yerleşim Alanı
En eski Türki dilli kavimler Ar, As, Bi, Sün, Men, Sak gibi birincil ve tek heceli etnonimlere sahiptir. Kendi gelişim süreçlerine ve iletişimlerine bağlı olarak bunlar bazı değişimlere uğramıştır. Onları bir birinden ayırt edebilmek için etnonimlerine bazı tanımlamalar ve ekler ilave edilmiştir ki, daha sonra bunların temelinde ikincil Türki etnonimler ortaya çıkmıştır. Etnonimlerle ilgili bu hususlardan yola çıkarak birincil etnonimleri taşıyan kavimlerin yaşadığı bölgeler eski Türki dilli yerleşim alanına dahil edilebileceğini söyleyebiliriz.
Kafkaslar’da (Kuzey Kafkasya ve Arka Kafkasya) en eski zamanlardan beri bir kısmı bugünkü Azerbaycanlıların ataları olan ve Ar/İr, As/Az, Bi/Pi/Bey, Sün/San/Şan/Can vb. gibi etnonimleri taşıyan kavimler yaşamıştır. Daha sonra Türki kavimlerin karışımı sürecinde Asar/Azar/Azer şeklinde adlandırılan yeni ikincil etnik oluşumlar meydana gelmiştir. Hazar Denizi’nin kıyılarında Kaspiy, yani “kayalık dağların beyleri” yaşamış ve onların etnonimi daha sonra denizin de ismi haline gelmiştir. Birbirine yakın akraba olan Azer, Beyler, Sünler (Canlar) gibi kavimlerin karışması süreci sonucunda daha sonra Az-Er-Bi-Şan > Azerbaycan adını alan yeni bir etnik birimi oluşmuştur. Kafkas bölgesinde eski Ön Asyalı Kumanlar, Kumıklar, ve içlerinde Karaçay “kara nehir” veya “kara nehirliler” etnonimini alan kara nehir insanları olan Orta Asyalı Balkarların (“nehir insanları”) bir kısmı da tutunabilmiştir.
Azer adı ile anılan Türki etnos sık sık Hazar etnonimi ile de isimlendirilmiştir. Bazıların görüşlerine göre bu son etnonim sadece Azer kelimesinin bir fonetik varyasyonudur, başkalarına göre ise bu kelime Ar etnonimi ve onun Haz/Has/Kas “kaya, kayalı dağ” şeklindeki tanımlaması bazında oluşmuş olup Hazar da “kayalı dağların insanları” anlamına gelmektedir.
Bazı Azerbaycan bilim adamlarının bildirdiğine göre Ön Asyalı Subarlar/Suarlar milattan çok daha öncesinden Kafkas bölgesine de yayılmıştır. Bunun dışında buralarda Alban/Alvan/Alan adlarını taşıyan geniş yerleşimler ve hatta devlet oluşumlar da belirlenmiştir.
Bu şekilde, güya ilk Türkilerin Hunlar adı ile Kuzey Kafkasya bölgesine ancak milattan sonra IV. yüzyılında, Arka Kafkasya bölgesine ise Oguzlar adı ile ancak milattan sonra XI. yüzyılında geldiklerini şeklindeki geleneksel tarih biliminin iddiaları gerçeğe aykırıdır. Kafkaslar’daki Türki dilli yerleşim alanın varlığı bazı Türki kavimlerin milattan önce daha IV-III. binyıllarında Ön ve Orta Asya’da yaşamaya başladığından beri söz konusudur.
Karadeniz’in kuzeyinde milattan çok öncesinden itibaren Tavr, Trak, Onogur, Kimmer, Sıkıdı (Rusçası: Skif) vb. gibi isimleri taşıyan Türki dilli kavimler yaşamıştır. Karadeniz’in eski adı olan Pont kelimesi de Türki Bün/Bun “çorba, yemek, katık” ve sahip olma -dı/-t ekinden oluşmaktadır. Buntı > Pontı > Pont Türki dilinde “doyuran”, “yiyeceği zengin” anlamını taşımaktadır. Karadeniz’in kuzey bölgesinde milattan önce daha I. binyılının başından itibaren Türkilerin yaşadığının bir ifadesi de Kırım’ın Yunanlılar tarafından sömürgeleştirilmesi sırasında aynı isimlerini koruyan Fanogorya ve Pantikapey gibi Türkilerin yaşadığı şehir yerleşimlerinin varlığıdır (12, 233). Bilindiği gibi tarihsel olarak Fanogorya toponimi Honogur/Hunogur/(F) onogur etnonimine uzanmaktadır. Bu demek ki, Hunogur/Fonogor yerleşim birimi Bulgar/Bolgarların direkt ataları olan Hunogurlar/Onogurlar tarafından kurulmuştur.
Pontikapey toponimi ise tarihsel olarak Türki Pontıkapı “Pont’un kapısı” kelimesinden gelmektedir. Daha sonra bu şehir Kerç ismini almış ki, bu sözcük Pontikapı’nın antonimidir-Kereş “giriş”. Bunun dışında Ermeni kaynaklar Kuban bölgesindeki milattan sonra II. yüzyılının Bolgar topraklarını işaret etmektedir. Dolayısıyla Karadeniz’in kuzeyi ancak milattan sonra IV-VII. yüzyılları arasında Türkileştiği şeklindeki görüşler bu açıdan da tenkide değmezdir.
Ön ve Orta Asya bölgelerindeki Türki yerleşim alanlarının etnik yapısı incelenirken İdil-Ural ve Batı Sibirya’da da Türki dilli yerleşim alanının var olduğu işaret edilmişti.
İdil-Ural bölgesindeki eski Türki dilli yerleşim alanı hakkında birçok Türkolog açıklamalar yapmıştır. Kafkasyalı bilim adamlar İ. M. Miziyev ve K. T. Laypanov, Türki kavimlerinin milattan önce daha IV. binyılından beri İdil-Ural bölgesinde yaşadıklarını etraflıca kanıtlamıştır. Bundan dolayı bu bilim adamlar İdil-Ural bölgesini Proto-Türkilerin anavatanı diye ilan etmiştir (8, 16-28).
Bunun dışında İdil-Ural bölgesinde eski Türki yerleşim alanının varlığı bu bölge ile Ön ve Orta Asya arasında kurulmuş olan yakın etnik, ekonomik ve politik bağların varlığı ile da dolaylı bir şekilde kanıtlanmaktadır.
Ön ve Orta Asya’yı İdil-Ural bölgesi ile bağlayan bu bölgelerin ortak eski kavimler olan Subarlar ve Kangarların olduğu görüşü ile başlayalım. Daha önce belirtildiği gibi, Sumer/Şumerlerin kendi kendine verdikleri ad Kangar/Kungur idi. Bunların Subarlarla aynı dili konuştukları için Akadlar ve bu Kangarlar Subar/Sumar/Sumer/Şumer etnonimi ile isimlendirilmiştir. Subar/Huar etnonimi Huaraslar/Horasmiler/Horezmiylerin yapısına da girmektedir. Onlar ise Kangar/Kang/Kangha etnonimi ile isimlendirilmekteydi. Bu kavimlerin isimleri İdil-Ural bölgesinde de tespit edilmiştir. Burada onların izleri Kungur, Suar gibi toponimlerde korunmuştur. Bu bölgede ayrıca As etnonimini taşımış olan kavimler ile ilişkili olan Osa, Aslı/Aşlı gibi toponimlerin de var olduğunu ekleyebiliriz. Hatırlatalım ki, Huarasm/Huaras gibi bileşik etnonimin yapısında Suar dışında As (Huar-As) etnonimi de fark edilmektedir.
Suarlar ve Kangarlar Ön Asya bölgesinde milattan önce IV-III. binyılları arasında, Orta Asya bölgesinde ise milattan önce II-I. binyılları döneminde iz bırakmıştır. Peki, Suarlar ve Kangarlar hangi döneminde İdil-Ural bölgesinde yaşamış olabilir? Eğer bu bölge Türkilerin anavatanı olarak kabul edildiğini gözönünde bulundurursak, bunlar görünürde Ön ve Orta Asya’da ortaya çıkmadan önce buralarda var olmuştur.
Subar etnonimi Sumer/Samar şeklindeki fonetik varyasyonlara sahiptir. Bu varyasyonlar Orta Asya bölgesindeki (Samar-kend) ve İdil bölgesindeki (Samara, Şumer) toponimlerde de tespit edilmektedir.
İdil (Volga) nehrinin havzasındaki Torçesk toponimi görünürde İdil-Ural bölgesinin milattan çok öncesinden Turuk kavimlerinin tespit edildiği Ön Asya bölgesi ile ilişkilerini göstermektedir.
İdil-Ural ve Orta Asya bölgelerin arasında eski Orta Asyalı etnosu olan Pardılar (Rusçası: Parfyane) bazında da bu tür eski ilişkiler görülmektedir. Tarihsel olarak bu etnonim “bolluk, zenginlik” anlamını taşıyan Par/Bar Türki sözcüğü ve Türki-dı/-lı sahip olma ekinden oluşmaktadır ki, Bardı/Pardı kelimesi “zenginliğe sahip, bolluk içinde yaşayan” anlamındadır. Prikamye bölgesinde kendi kendine Bardı/Pardı ismini veren eski Bulgarlar yaşamaktadır. Bugün onlara verilen ad Barda Tatarları “Bardalı Tatarlar/Bardımskiye Tatarıy” şeklindedir.
Orta Asya ve Prikamye arasındaki asırlar boyu devam eden yakın ilişkilerin varlığı Orta Asya’yı inceleyen araştırmacılar tarafından da işaret edilmektedir. Bu şekilde Eski Horezm’i etraflıca inceleyen S. P. Tolstov, “daha Neolit çağda açılmış eski yollar üzerinden Horezm hakimiyetini uzak Prikamye bölgesine kadar yaymış ve buralardan kürklü mamüller şeklinde vergiler toplamaktaydı, ve uzak Prikamye’de Horezm’in ve Karadeniz’in kuzeyindeki Ellin-Skif (Helenik-İskit?)lerin etkileri kesişmekteydi” (14, 342).
Orta Asya ve Prikamye bölgesi arasındaki yakın ilişkiler hakkında Prikamye’de bulunan ve üzerlerinde yazılar olan Horezm, Parfyan (Pardım) ve Kuşan madeni paralar ve gümüş kap kacaklar da bir fikir vermektedir. Bunlardan büyük miktarlarda bugünkü Perm bölgesindeki Bardım/Pardım köyünde bulunmuştur. Daha öncelerde keşfettiklerinde bu tür buluntular genellikle eritilerek değerlendirilmiştir, ancak XVIII. yüzılından itibaren koleksiyoncular onları toplamaya başlamıştır (2, 5). Daha XVIII. yüzyılında F. Stralenberg Prikamye’nin “Güney” gümüşü buluntularıyla Hindistan’dan Biyarm üzerinden Akdeniz’e kadar Büyük Ticari Su Yolu’nun varlığını kanıtlamaya çalışmıştır. Benzer görüşlere dayanarak XIX. yüzyılında da bazı araştırmacılar bu tür gümüş mücevheratların Prikamye topraklarında gelen tüccarlar tarafından gömülmüş olduğunu ve dolayısıyla yerli halk ile ilişkili olmadıklarını iddia etmiştir (2, 20). XIX. yüzyılının sonunda Perm arkeoloğu olan F. A. Teplouhov ticari yolunun varlığına karşı çıkmış ve Ural bölgesindeki gümüş eşyalarının Hanti ve Mansilerin putperest mabetlerinde kullanıldıkları şeklinde bir varsayımında bulunmaktadır (13, 85). Daha sonra hemen hemen tüm araştırmacılar aynı görüşü kabul etmiş ve gümüş eşyaların Ural ile Prikamye bölgelerinde dinsel olaylarda kullanılması olgusunun bu tür eşyalarının büyük miktarlarda güneyden getirilmesine sebep olduğu görüşünü ifade etmiştir (2, 23). Bu araştırmacıların görüşlerine göre, görünürde Bartım köyü çevresinde büyük miktarlarda ithal mallarının toplandığı büyük bir ekonomik merkez var olmuştur (2, 25).
Daha önce ifade ettiğimiz gibi, Prikamye ve Orta Asya arasındaki ilişkiler genellikle Türkiler sayesinde gerçekleştirilmekteydi. Nitekim, daha milattan önceki dönemlerde hem Prikamye’de hem Orta Asya’da Türki dilli kavimler yaşamaktaydı. Bu hususta, Prikamye’de bulunan Horezm, Pardım (Parfyan) ve Kuşan madeni paralar ve gümüş eşyaların üzerindeki yazıların Türki dilinde oldukları gerçeği da fikir vermektedir. Bütün bunlar nümizmatik uzmanı olan A. G. Muhammadiyev’in çalışmalarıyla kanıtlanmaktadır (9, 36-83). Nitekim bu tür yazıların İran’i dili bazında okunması için verilen ve uzun yıllar sürmüş olan çalışmalar hiçbir sonuca ulaşmamıştır.
Eski Horezmiylerin, Pardıların ve Kuşanların ilgisini Prikamye bölgesine yönelten neydi sorusuna cevap bulmak kaldı. Bizim cevabımız: görünüyor ki, sadece kürkler değil, aynı zamanda Prikamye bölgesindeki yer altı gümüş zenginlikleri şeklindedir. Bugüne kadar bilim adamlar Prikamye’de bulunan gümüş paralar ve eşyaların bu bölgede gümüş madenlerin varlığı ile direkt ilişkili olduğunu farkedememiştir. Milattan çok daha öncelerinden itibaren Bulgar-Tatarların ataları gümüş üretimi ile uğraşmış ve bu da Orta Asyalı Horezmiylerin, Pardıların, Kuşanların ve İskandinavların-genel olarak Batı Avrupalıların dikkatlerini çekmiştir. Prikamye’de gümüş yataklarının var olduğu ve yerli halk gümüş üretimi ile uğraştığına dair bilgilere XIV. yüzyılından kalan eski Rus kaynaklarında da ulaşılmaktadır. Bu kaynaklarda “Zakam gümüşü” ‘nden ve Ural ile Prikamye bölgesindeki halktan gümüş vergisi alınmasından bahsedilmektedir (2, 5).
Prikamye bölgesindeki halkın gümüş üretiminin sonucunda bu bölgede gümüş ve belki de hazır gümüş eşyalar ticareti gelişmiştir. Zira, Horezmiylerin Prikamiye’ye hazır yazıları olan gümüş eşyaları getirmiş olmaları ihtimali mantıklı görünmediği için, büyük ihtimalle bu tür eşyalar bu bölgede-gümüş yataklarının yanı başında üretilmiştir. Prikamiye’de bu tür eşyaların bulunduğu bundan dolayıdır. Bu da Prikamiye’den değişik bölgelere doğru “gümüş” yollarının uzandığını göstermektedir. Ve bu yolların arasında Prikamiye ve Orta Asya’nın Türki kavimlerini bir birine bağlayan yol herhalde en önemlisidir.
Orta Asya’daki eski Türki dilli yerleşim alanın konularını incelerken geleneksel tarih biliminde Hint-İran’i olarak değerlendirilen Kuşanların gerçekte Türkiler ve daha somut olarak Beyaz Hunlar olduklarını ifade etmiştik. Farklı lehçe ortamlarında Kuşan/Kusan/Kaşan/Kasan/Kazan gibi etnonimin değişik fonetik varyasyonlarını taşıyan Kuşanlar, Orta Asya’da olduğu gibi İdil-Ural bölgesinde de Koşan, Kazan toponimleri ve Kaşan, Kazansu hidronimleri ile kendi etnik izlerini bırakmışlardır. Bu etnonimin İdil-Ural bölgesinde toponimler ve hidronimler şeklinde kalıcı bir hal alması büyük ihtimalle Kuşan İmparatorluğu’nun milattan sonra I-III. yüzyılları dönemindeki yükseliş devrinde gerçekleşmiştir.
İdil-Ural bölgesinde Orta Asyalıların da tarihsel hayatlarında aktif katılımı olan Sünlerin (Hunlar), Avarların (Aorslar) ve Alanların etnik izlerine de rastlanabilmektedir.
Geleneksel tarih biliminde, İdil-Ural bölgesinin Türkileşmesi güya Bulgarların gelişi ile ancak milattan sonra VII. yüzyılında gerçekleştiği ifade edilen görüşler tenkide değmezdir. Görüldüğü gibi İdil-Ural bölgesi en eski çağlardan itibaren Türki dilli bir yerleşim alanıdır.
Geleneksel tarihte Batı Sibirya da Türki dilli yerleşim alanı olarak sayılmamasına rağmen bölgedeki kavimler daha en eski çağlardan itibaren Ön Asya, Orta Asya ve İdil-Ural bölgelerindeki kavimlerle yakın ilişkili oldukları bilinmektedir.
Her şeyden önce Sibirya isminin kendi başına tarihsel olarak Türki etnonimi olan Subar/Suar/Sabir/Sibir’den geldiği gözönüne bulundurulması gerekmektedir. Kaldı ki, bu etnonimi taşıyan en eski halklar milattan önce IV-III. binyıllarında Ön Asya’da yaşamış, bunların temelinde oluşan As Huaraslar da milattan önce II. binyılında Orta Asya’da yaşamıştır. Subar/Sabirler ve Horasmiler için Hazar Denizi’nin kıyılarına çıkış gayet sıradan bir olgu olduğu için bunlar buradan Ural-Miass-Tobol-İrtiş-Oba nehirleri üzerinden Kuzey Okyanusu’na ulaşıp buradaki Karya Denizi’ni Kar Dingeze “Karlı Deniz” şeklinde isimlendirmişlerdir.
Sümerlerin ve Horasmilerin bir kısmının kendine verdikleri isim Kangar olduğunu hatırlayalım. Horasmiler ile birlikte Aslar (Huar+As) da vardı. Bu etnonimleri taşıyanlar, yani Kangarlar ve Aslar da Batı Sibirya’ya ulaşmış ve milattan önce VII. yüzyılında Enisey nehrinin kıyılarında güçlü bir devlet birliği oluşturmuşlardır. Kangaras adını taşıyan bu devlet milattan sonra V. yüzyıla kadar gelişmeye devam ederek kontrol ettiği topraklar Orta Asya’ya kadar ulaşmıştır. Kangarasların devleti farklı dönemlerde Keş, Kusan, Taşkent, Buhara, hatta Semarkand gibi değişik merkezlerden yönetilmiştir. Batı Sibirya’nın tümü Kangaras Devleti’nin sınırları içinde imiş. Bilim adamlarının görüşlerine göre bu devlet çok zengin Tagar arkeolojik kültürü bırakmıştır. Ayrıca ona Skif Halkları Konfederasyonu’nun önemli bir kısmı imiş gibi bakılmaktadır.
Bu şekilde eski Türki yerleşim alanlarına Küçük, Ön ve Orta Asya, Kafkas, Karadeniz’in kuzeyi-İdil-Ural ve Batı Sibirya bölgeleri de dahil edilmesi gerekmektedir.
Yorumlar kapalı.