Halk bilim bağlamında Türk diline Batı’dan alınan, dilde pelesenk olurcasına sıklıkla kullanılan ancak ne olduğu hususu pek anlaşılamayan, çok kişinin kendince yorumladığı kavramlardan biri de “motif” kavramıdır. Türk dilinde bu bağlamda bir makaleye şiddetle ihtiyaç olmakla birlikte, bu yazı çerçevesinde asıl vermek istediğimiz konuyu gölgeleyebileceği endişesiyle motifin ne olduğu meselesini burada tartışmayı uygun görmüyoruz. Ancak “kurt motifi” tabiriyle neyi anlatmaya çalışacağımızı ifade etmek için, Thompson’un motif kavramı bağlamında söylediklerini hülasa ederek vermeyi yararlı buluyoruz.
Motifler: Yazının toplum düzenine hâkim olmadığı dönemlerde, kültürler için bir tür muhafaza, ambar, hafıza vazifesi gören (masal, efsane, destan, hikâye, fıkra, bilmece, türkü, mani, atasözü, deyim vb gibi) estetik dil yaratılarının büyülü yapı taşlarıdır. Estetik kültür yaratılarının en küçük unsuru yani; kristalize olmuş, yoğunlaşmış kültür çipleridir. Kültürün sırlar hazinesinin şifreleridir. Dinleyenleri mest edici illüzyon unsurlarıdır. Dimağları hipnoz derecesinde saran büyüleyici renklerdir. İrkiltici uyarıcılardır. Yaşamak için hayallerden başka hiçbir şeye ihtiyaç duymayan harikalardır (Thompson1951:415).
Kalıp da diyebileceğimiz bu yapı taşları hemen bütünüyle evrensel olup, tüm kültürlerdeki işlevleri de aynıdır. Bu unsurlar, estetik yapılara (efsane, destan, masal, hikâye, fıkra, bilmece, türkü, mani, atasözü, deyim, …) yoğunluk kazandıran işleviyle evrensel olmakla birlikte, kültürlere özgü simgeleyişler ölçüsünde de millîdirler. Yani, motiflerin evrensel boyutundan başka bir de kültürel boyutları vardır (Aslan2006:9-11). Mesela, at motifi evrensel, “Kırat” motifi Türk destanlarına özgüdür. Akıllı ve kurnaz çocuk motifi evrensel, “Keloğlan” motifi Türk masallarına özgüdür. Cengâver kız motifi evrensel, “Arabüzengi” Türk halk hikâyelerine özgüdür. Kurt motifi evrensel, “Bozkurt” motifi Türk kök efsaneleri ve destanlarına özgüdür.
Motiflerin evrensel boyutları, üzerlerine projektörler tutarak ortaya konulabilir. Kültürel boyutlarını görebilmek ise, ancak içeriden aydınlatılmakla mümkündür. Bir motifin, anlatılarında yer aldığı kültür içerisinde neyi simgelediğini çözmek, o kültürün harikalar dünyasına girmek demektir. O kültürü binlerce yıldan beri var eden sırlara ermek demektir. Onun içindir ki, “Motif” kavramını anlamak ve anlatı içerisindeki fonksiyonunu çözümlemek son derce önemlidir. Kısacası motif; “hikâye etmenin en küçük unsurudur” diyerek içerisinden çıkılacak bir olgu değildir. (Aslan 2006)
Kurt motifinin Türk destanlarında ne mana arz ettiği konusu öteden beri araştırmacıların dikkatini çekmiş, pek çok kişi (bazılarının görüşleri aşağıda verilmiştir) konu üzerine görüş ileri sürmüştür. Türkoloji çalışmaları bağlamında söz konusu motifin önce yabancı araştırmacıların dikkatini çekmiş olabileceğini mantıklı görmekle birlikte, Jean-Paul Roux’un görüşleri haricindeki kaynakları doğrudan değerlendirebilme imkânı bulduğumuzu söyleyemem. Ancak yabancı araştırmacıların görüşleriyle ilgili olarak, Ünver Günay ile Harun Güngör tarafından hazırlanan “Türklerin Dinî Tarihi” adlı çalışmadan büyük ölçüde yararlandığımızı belirtmek isterim.
Kurdu, “ecdat hayvan” bağlamında değerlendiren Roux, daha sonra “boğanın” yerine kaim olduğu görüşündedir (Roux 1994: 153). Roux, P. J. Strahlenberg, N.Shchukin, Chodzidle, Zelenin, Zolatarev, Potapov, Keppers, Haeckel, Gunda gibi yabancı araştırıcılar başta olmak üzere, Ziya Gökalp ve onun yolundan giden M. Fuad Köprülü, Osman Turan ve Mehmet Eröz gibi Türk kültür, din ve tarihi üzerine önemli çalışmalar yapmış olan bilim adamları, geleneksel Türk dininin menşeî formunu totemizme bağlamışlardır (Günay-Güngör 1997: 92). Araştırıcıların bu bağlamdaki görüşlerinin, kurdun totemliği merkezinde birleştiğini belirtmek isteriz.
Kurt motifinin Türk destanları bağlamında, Türk diliyle yapılan ilk değerlendirmeleri Köprülüye aittir. Köprülü, Çin kaynaklarında yer alan Göktürk menşe efsanelerini aktardıktan sonra; Bütün bu ayinler, <<Tu-kiie>>lerin kendilerini <<Kurt nesli>> saydıklarını, yani kurdu kendileri için bir <<Ongun=Totem>> bildiklerini göstermektedir. Oğuz Destanında da mühim bir mevkii olan Kurd’un<<Tu-kiie>> menkıbelerinde bu kadar ehemmiyet kazanması işte bundan dolayıdır” demektedir (Köprülü 1981: 57-58).
Abdulkadir İnan, “Türk Rivayetlerinde Bozkurt” isimli makalesinde, kurdun “Türk milli kültü” olduğunu belirttikten sonra, Köprülünün konuyla ilgili tetkik ve tahlillerine atıfta bulunmuş, kutsi bir mahiyet arz eden kurt efsanesi unsurlarının bugünkü Türk kavimleri rivayetlerine nasıl yansıdığı hususunda etraflı bir çalışma yapılmadığından yakınmıştır (İnan 1987: 69).
Konuyu Türk destanları bağlamında değerlendiren araştırmacılardan biri de Nihat Sami Banarlı’dır. Bozkurdun Türk boyları arasında bütün Türklüğü temsil eden bir sembol olabileceğini belirten Banarlı, kurdun totem devri yaşayan Türklerin ongunu olduğunu söyler. Uygur, Göktürk destanlarından ve Oğuz Destanı’ndan örnekler vererek kurdun mahiyetini açıklamaya çalışan Banarlı; “Türkler, anayurtlarının bu müthiş varlığına önce Tanrı diye tapmışlar, sonra kendilerinin bozkurt soyundan geldiklerine, böylelikle birer bozkurt olduklarına inanmışlardır.” demektedir (Banarlı 1971: 32).
Sonraki pek çok araştırmacının da otoritesini kabul edip görüşlerine aynen katıldığı Türklük bilimi için bir şans sayabileceğimiz değerli bilim adamı Bahaeddin Ögel, “Türk Mitolojisi” adlı eserinin her iki cildinde de kurt konusunu (önemli görmesi hasebiyle) detaylı olarak anlatmak gereği duyar. Birinci ciltte; “Türklerin Kurttan Türeyişi”, ikinci ciltte ise; “Kurt ve Türkler” başlıkları altında hayli önemli materyal verir. Ögel, zaman zaman yorumlama yapma gereği duysa da aslında konu bağlamında olabildiğince vesika verme yolunu seçmiştir (Ögel 1995:111). Kurdun, totem devri yaşayan Türklerin ongunu (tözü) olabileceği fikrinde olan Ögel; “Büyük devlet kurmuş olan Türklerde kurt, artık bir sembol haline gelmişti. Onlarda din ve totemizm izleri, çoktan kaybolmuştu. Kurt Göktürklerde, tuğlar ile bayrakların tepesinde yer almak yolu ile bir devlet sembolü olmuştu.” der (Ögel 1995:115).
Yukarıda verdiğimiz ilklerden günümüze “kurt motifi” üzerine pek çok araştırma yapılmış, tebliğ ve makale bağlamında bir hayli çalışma neşredilmiştir. Bunların hepsini burada değerlendirme imkânımızın olamayacağı aşikârdır. Hemen hepsinde de müşterek olan husus, kurdun mitolojimize kadar uzanan çizgide mühim bir motif olduğudur. Türk destanlarının atla birlikte en önemli unsurlarından biri (Gökyay 2000: CDXLVI) olduğu düşünülen kurdun; türeyişi sağlayan kurt (ata-kurt, ana-kurt), kurtarıcı kurt, cetlerine yardım eden ruh ve kılavuz kurt vasıfları ile tebarüz ettiği görüşü, araştırmacıların müştereklerindendir (Çobanoğlu1997:165-173).
Biz burada pek çok yazılı kaynakta kolaylıkla bulabileceğiniz Türk kök efsanelerini yeniden yazarak konuyu uzatmayacağız. Göktürk prensiyle evlenen dişi kurt, Uygur prensiyle evlenen erkek kurt, düşmanlarının öldüremediği, yaz ve kış tanrılarının kızlarıyla evlenen kurdun (Asena’nın) oğlu ve nihayet Oğuz’la konuşup ordularını kılavuzluk eden gök yeleli erkek kurt (Ögel 1993: 13-57) tasarımlarını hatırlatmakla yetineceğiz.
“Türeme, soyu yok olmaktan kurtarma ve kılavuzluk etme” bağlamında Türk kök efsaneleri ve destanlarında yoruma dahi ihtiyaç duymayacak açıklıkta yer alan bu motifin, bütün tezahürlerinde müştereklik arz eden tek yönü Tanrısallığıdır. Adının “Bozkurt” oluşu da bu Tanrısallığın en açık delilidir. Bozkurt, gök yeleli kurt, gökkurt gibi adlandırmalarda “boz” veya “gök” nitelemeleri, gök bağlamında renk teşbihi olduğu gibi, aynı zamanda Tanrısallık nitelemesidir (Aslan 2004: 37-44). Hemen belirtelim ki, kutsal olan, Tanrısal olan kurt değil, “Gökkurt” veya “Bozkurttur”. Bu mitolojik tasarım, zamanla sembolleştiği için, yanlışa düşebilme korkusu, kabulü yaygınlaştırmış ve kurt lafzı tabulaşmıştır (Înan1987:625-627). Kurt yüzünün mübarek bilinişi, bu tabunun Dede Korkut Kitabı’ndaki yansımasından başka bir şey değildir (Ergin 1989: 101). Bu tabu, zamanla pek çok bahadıra, alpa ve lidere unvan ve ad olmuştur (Özönder 1999: 65-92).
Kurt, Türklerde “ongun” ya da “töz” olmadığı gibi hiçbir surette tapılan varlık da olmamıştır. Ongun ya da tözün boylarla ilgili olduğu aşikârdır (İnan1995:47). Oysa kurt, hemen bütün Türk boylarının ortak kabulü sayılabilecek yaygınlıkta bir değerdir. Kurda tapınmanın söz konusu olmadığı halde onu “totem” sayan görüş de dolayısıyla doğru değildir (Kafesoğlu 1984: 285). Ana kurt-ata kurt ve ecdat hayvan sanılan “ongon” kabulündeki kimi bulanık izler, yukarıda görüşlerini aktardıklarımız başta olmak üzere araştırıcıların büyük bir ekseriyetini (Roux, P.J.Strahlenberg, N. Shchukin, Chodzidle, Zelenin, Zolatarev, Potapov, Keppers, Haeckel, Gunda, … , Gökalp, Turan, Eröz vb.), geleneksel Türk dininin totemcilik olduğu kabulüne (Günay-Güngör1997: 92), bu bağlamdan hareketle de kurdu “totem” sayma yanılgısına düşürmüştür.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Tanrısallık vasfı taşıyan “bozkurt” veya “gök yeleli kurttur”. Kaldı ki bu hal, Şeyh Galip’in “bana” redifli gazelindeki harika söyleyişiyle bir “tecelli-i cilveden” ibarettir (İpekten 1996: 38). Bir anlık, bir süreliktir. Yani semavi kitaplardaki Musa kıssasıyla alakalı kutsal Tuva’da, Tanrı’nın tecelli hâlidir. Bozkurt da işte bu bağlamda bir “şecer-i Turdur”. Daha açık söyleyişle kurt (bozkurt, gökkurt), Tanrı’nın tecelli ettiği varlıktır. Bu hâl Türk düşüncesinin Tanrı tasavvuruyla alakalı olup, onu somutlaştırma algısının bir tezahürüdür (Günay-Güngör 1997: 41). Bu tezahür, Oğuz’a kılavuzluk edip konuşan, Dumrul’la Türkçe dilleşen, Kaygusuzla senli benli söyleşen (Güzel 2004: 24) bir Tanrı tezahürüdür. Başka bir söyleyişle kurt, Tanrı’nın yeryüzüne inme ihtiyacı duyduğunda suretini tercih ettiği varlıktır. Belirtmek gerekir ki, bu tercihin kimi hâllerde “aslan” veya “boğa” olduğu durumlar da yok değildir. Ancak kurt suretinin, Tanrı’nın en çok büründüğü şekil olduğu, Türk kök efsanelerinin malumudur. İhtimaldir ki, özellikle “boğa-bozkurt” rekabeti kültürel oluşumun seyri içerisinde bozkurt lehinde gelişmiştir (Roux1994:153).
Türk kök efsanelerindeki Tanrı’yı somutlaştırma algısının hulûl inancıyla ilişkilendirilebileceği mümkün görünse de, bu tecelli halinin İslam tasavvufundaki “vahdet-i vücut” felsefesiyle daha çok örtüştüğü kanaatinde olduğumuzu belirtmek isterim. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu hal; bir tecelli hali, cilve halidir. Tuva’da Tanrı’nın tecelli ettiği çalının Tanrı sayılmadığı gibi, Türk tasavvuru da kurdu Tanrı telakki etmemiş ve sanıldığı şekliyle asla ona tapınma da söz konusu olmamıştır. Ancak Tur Dağı’nın kutsiyet kazanması paralelliğinde, “Tanrı’nın, suretinde tecelli ettiği Bozkurt” kabulünün, Türk boyları arasında yaygınlaşması ve bu bağlamda kurdun tabulaştırılması söz konusudur.
Türk boyları arasındaki ongon veya töz inanışları ise, “atalar kültüyle” alakalı olup, koruyucu ata ruhları bağlamında değerlendirilmelidir (İnan1995:42). Bu kült, ölümden sonraki hayat inancının Türkler arasındaki bir tezahürüdür. İslam’la da örtüştürülen bu inanç, özellikle Selçuklu mimarisinde kümbetler şeklinde vücut bulurken, muhtelif zaferlerimizde pek çok savaş efsanelerine de kaynaklık etmiştir (Sakaoğlu 2009: 179).
“Atalar kültü”; ölümün bir yok oluş olmadığı, ölenlerin akrabalarını terk etmedikleri, ihtiyaç hâsıl oldukça yaşayan akrabalarına yardım edecekleri inancından doğmuştur. Moğol etkileşimiyle “Ongon” şeklinde somutlaşan bu tasavvur, ölüm bağlamında canın (ruh-tın) beden değiştirme durumudur (Günay-Güngör 1997: 53). Yani ata ruhlarının, bedenine girmiş olabileceği düşünülen varlıklar, “ongon” kabul edilmişlerdir. Bu inanış aileden sülaleye, sülaleden de boylara intikal ederek, simgesel bir vasıf kazanmış olsa gerektir. Bize göre, her boyun bir ongonu oluşu bundandır. Eğer bu ongonlar zannedildiği gibi türeme bağlamında ata (ecdat hayvan) olsalar idi, onlarca-yirmilerce olmazlardı.
Moğollardaki algılanışı farklı olmakla birlikte, Türklerde “ongonlar”, ata hayvan olmayıp, ölümden sonraki hayat inancı bağlamında canın (tın) bedenine girdiği kabul edilen, yani ata ruhu taşıdığına inanılan hayvanlar olsa gerektir. Bilindiği üzere, bu koruyucu ata ruhları, çoklukla şamanlar aracılığı ile akrabalarını kötü emelli ruhlardan muhafaza ederler. Şamanların aracılığı olmadığı durumlarda, ata ruhlarının her an kendileriyle birlikte olmalarını temin için ise, onları “tösler, tangaralar” şeklinde evlerinin duvarlarına asmışlar veya damga simgeciliğinde, sahip oldukları tüm varlıklara vurma gereği duymuşlardır (İnan1995:42). Bu damgalar koyun, koç, dağ keçisi, geyik, tavşan, ayı ve daha çok kuşlardan seçilmiştir. “Çeşitli kuşların, özellikle kartal sungur, Tuğrul, kaz gibi kuşların Türkler için önemi büyüktür.” (Gülensoy 1991:154). Bu koruyucu tılsımların, zamanla armalaştığı aşikârdır.
Sonuç:
Kurdun, Türk kültüründe, “milli kült” mertebesinde kabul görüp, kutsal addedilmesinin, bozkırın baş edilemeyen yırtıcısı olması sebebiyle ram olunan ve duyulan hayranlıkla tabulaştırılan bir varlık olmasına bağlanması, yeterli bir gerekçe olmasa gerektir. Gerek kozmolojik gerekse eskatolojik mitte, Bozkurt veya kurtla ilgili olarak doğa gözlemine yönelik işlevci benzetmelerin daha geri planda kaldığı, kurdun Tanrı veya kutsalla ilişkili olduğu (Oğuz 2009:51-56) düşüncesine aynen katıldığımızı belirtmek isterim.
Kurtların sosyal oluşları, lider kabul ettikleri yaşlı kurda bağlı olmaları, avlanış biçimleri, vb. özellikleriyle Türklere benzetilmeleri masum gibi görünüyorsa da, bu benzetimlerin dahi iltifat olma ihtimalleri, bizce zayıftır. Türkler, “Bozkurt” bağlamındaki kabulleri sebebiyle bu benzetimlerden alınganlık göstermeseler de, komşularının onlarla ilgili olarak; “barbar-vahşi” manalarında kullanmış olmaları ihtimali göz ardı edilmemelidir. Zira Çinlilerin, “Kurt” lafzını Türkler için bir şecaat simgesi olarak kullanmış olabileceklerini düşünmek aşırı iyimserlik olur.
Yukarıda belirttiğimiz gibi kurt, Türklerde töz(s) ya da totem de değildir. Töslerin ölmüş yakınları simgeleyen keçeden, ağaç kabuğundan veya hayvan derilerinden yapılan semboller olduğu modern etnografik araştırmalarla belgelenmiş durumdadır (Günay-Güngör 1997: 52). Bu noktadaki muğlâklık, Moğol etkileşimi ile “tös” karşılığı olarak kullanılmaya başlayan “ongon” kelimesinin, “kök, menşe, aslı” karşılığını ifade ediyor olmasındandır (İnan1995:45). Ongonlar, Türk lehçelerindeki kullanılışıyla, türeme bağlamındaki “kök hayvanlar” olmaktan çok, zoomorfik ruh tasarımı bağlamında, ölmüş ata ruhlarının tecessüm ettiğine inanılan hayvanlar olarak değerlendirilmelidir.
Hayvan sürülerine zarar vermesi sebebiyle görüldüğü yerde öldürülmekten çekinilmeyen, özellikle sıcak tutan postu sebebiyle muhtemelen avlanan kurdun da bir kutsallık taşıyamayacağı aşikârdır. Ancak sıklıkla vurguladığımız üzere, Tanrının suretine girdiği varlık oluşu bağlamında, kutsalın yaygınlık kazanması durumu söz konusudur. Kutsal olan kurt; Tanrı’nın, suretinde tecelli ettiği “Bozkurt”tur.
Türk menşe efsanelerinin temel kabulü; Tanrı’nın Türk milletinin hayat ve istikbali ile ilgilenen “ulu varlık” olduğu merkezindedir (Günay-Güngör 1997: 39). Yok, olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Göktürklere, Uygurlara müdahalesi ve Oğuz’a yol göstermesi bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu kabul bir “millî Tanrı” telakkisi olarak da düşünülmemelidir. Zira bu müdahale insanlık için, insanlık adınadır. Nizam-ı âlem için vazifeli kılmak maksadıyla, yaratacağı kişiye ve dolayısıyla ondan türeyecek millete, kendi ruhundan ruh üflemek içindir. Atilla’nın “Tanrı’nın kırbacı” olma, Bilge Kağan’ın abidelerdeki veciz anlatımıyla; “Tanrı’nın, yarattığı âlemi denetlemeğe (kişioğlunu yönetmeğe) aracı kılmak için, kut verdiği kağan” olma ve Kaşgarlı’daki; “dünya milletlerinin idare yularının ellerine verdiği millet” (Atalay 1992:3) olma düşüncesinin kaynağı da bu olsa gerektir. Halifeliği ukdelerine aldıktan sonra Osmanlı padişahlarının kendilerini “zıllu’llahıf’il alem” bilmeleri de, bu kaynaktan muhtemel bir sızıntı olarak yorumlanabilir.
Yorumlar kapalı.