Bugüne kadarki yazılarımızda özellikle geleceğimiz olan gençler, onların eğitimi, ahlaklı bir birey olabilmeleri için yapılacaklar gibi konular üzerinde durduk. Müslüman bir ülkede yaşayan Müslüman bir toplumun çocukları ve gençleri nasıl olmalıyı ortaya koymaya çalıştık. Allah Azze ve Celle nasib ederse ileriki yazılarımızda da bu konulara yine devam ederiz inşallah. Çünkü bu pilav daha çok su çekeceğe benziyor. Ama kısa bir ara verip, bazı güncel konulara değinmek gereği hâsıl olduğundan biraz erteleyeceğiz.
Malumunuz olduğu üzere Musul Konsolosluğumuz görevlileri, 101 gün süren bir alıkonmanın ardından devletimizin gayretleri neticesinde sağ salim evlerine döndüler elhamdülillah. Devleti yönetenlerden istihbarat faaliyetlerini yürütenlere, arabuluculuk yapan aşiret liderlerinden metanetlerini ve ümitlerini hiç yitirmeyen rehine vatandaşlarımıza kadar bu olayda emeği geçen herkes kesinlikle büyük bir teşekkürü hak etmiştir.Ekranlardan kafa kesme görüntülerine şahit olduğumuz, dünya jandarmalığına soyunmuş devletlerin bile vatandaşlarını kurtarmaktan aciz kaldığı bir terör örgütünün elinden, vatandaşlarımızın burunları bile kanamadan kurtarılması elbette büyük bir olaydır ve büyük devlet olmanın delillerindendir.
Birkaç gündür bu olay üzerine yazılıp çizilenlere, konuşulanlara bakıyorum da sanki birilerinin beklentisi Amerikalı ya da İngiliz rehinelere yapılanın aynısının bizim vatandaşlarımıza da yapılmasıymış gibi bir intiba oluşuyor bende. Sevinçler paylaşılacağı yerde karşılığında ne verildi, ne gibi pazarlıklar yapıldı, toprak mı verildi, taviz mi verildi türünden sorularla kafalar karıştırılmaya çalışılıyor. Bizler “Haksız yere bir cana kıymanın, tüm insanlığı öldürmüş gibi olacağını” ilan eden bir dinin mensuplarıyız. Şükürler olsun ki, gün itibariyle başımızda olanlar da milletin kahir ekseriyetiyle aynı görüşlere ve inanca sahip. Ve bundan dolayıdır ki insan hayatına verilen önem karşılığını bulmuş ve faciayla bile sonuçlanabilecek böylesi bir olay tereyağından kıl çeker gibi halledilmiştir.
Aynı terör örgütünün zulüm ve baskıları neticesinde yazının yazıldığı an itibariyle 150 binlere ulaşan sayıda mülteci de sınırlarımızdan geçmiş durumda. Anadolu toprakları, tarihin her devresinde; Doğu Türkistan’dan, Endülüs’ten, Bulgaristan’dan, Kırım’dan, Kafkaslardan ve daha şu an aklımıza gelmeyen birçok coğrafyadan mazlumun sığınağı olmuştur. Her vesileyle Türk Devletinin ve insanının büyüklüğünden, kadirşinaslığından, misafirperverliğinden bahsedip de sıra bunları yerine getirmeye gelince yan çizmek Büyük Devlet ve Büyük Millet olmakla bağdaşmaz. Bizler “Dinde kardeş, insanlıkta eş” diyen, kim olursa, kimliği ne olursa olsun mazlumdan yana ve zalime karşı duran bir ümmetin evlatlarıyız. Bugün çaresiz bir halde sınırlarımıza yığılmış, aynı coğrafyada yüzyıllardır aynı kaderi paylaştığımız komşularımız, kardeşlerimiz söz konusu ise dünü unutup elimizden gelen gayreti göstermek Büyük Devlet olmanın gereğidir.
Bütün yükü ve insiyatifi devlete ve birkaç duyarlı sivil toplum kuruluşuna devrederek, küçük sms yardımlarıyla da kendimizi avutarak Büyük Devlet ve Büyük Millet olunmaz. Bulunduğu coğrafyada liderliğe oynayan bir ülkenin halkı da liderlik vasıflarına sahip olmalıdır. Geçmişimizle övünürken, onların yaptıklarını da kendimize örnek almalı, bugün birilerinin başına gelen olumsuzlukların, musibetlerin ve belaların Allah korusun, bizlerin de başına gelebileceğini asal akıldan çıkarmamalıyız. Bizlere sığınan, yanlarına hiçbir şeylerini alamadan evlerini terketmek zorunda kalan bu insanlara da, Müslüman hassasiyeti ve merhametiyle yaklaşıp, yüksünmeden, öykünmeden, bıkmadan, usanmadan bu hassasiyet ve merhametin gereklerini yerine getirmeliyiz.
Elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği, aksine insanlara fayda temin eden Müslümanlardan olmak dileği, selam ve dua ile…
Yorumlar kapalı.