Düşünme; belli bir bilginin
değerlendirilmesiyle başlar. Fikirler üretilir, yargılar birbirinin peşi sıra
gelmeye, verilmeye başlar. Bu aşamada düşünmenin birçok çıktılar sunduğunu da
gözleriz. Mevcut bilgilerin bir kısmını değerlendirme dışı bıraktığımızda,
diğer düşüncelerin başka dünyalarda süre giden, alternatif evrenlere mahsus
gibicesine, çelişik olduklarına bile hükmederiz.
Yorulma,
yapılan düşünme eylemiyle gerçekleştirilen ve belli bir zaman sonunda da
enerjinin, yani bilginin tükenmesiyle ilgili olan bir süreçtir. Yorulmaya karşı
direnç düşüklüğü sendromu olabilir bu anlatımın son noktası belki de.
Düşünmenin nerede bırakıldığı, yarım yamalak bir düşünmeye yol açıp açmadığı
önemli olur, esas incelenecek odak da burasıdır. Bu durumda, daha ilerisinin
zor, yahut bir bilgi boşluğu olduğunu varsayıp, düşünmeyi yarıda kesmektir işin
özü.
“Düşünmeye
karşı direnç düşüklüğü sendromu”,erken yorulmanın bir sonucu olarak
gerçekleşen, aslında düşünmenin beslendiği aynı bilgi boşluğundan kaynaklan bir
düşük düzeyli düşünmedir. Yani düşünme, düşünmemeye karar vermişliğin değil,
düşünmeyi sürdürecek bilgi iskeletinin yokluğundandır. Bilgi; düşünmeye yol
açan her şeydir. Bilgi; “bilinmeyenin negatif ölçüsü” olarak tanımlanıyorsa,
bilinmeyenin üzerine söylenmiş her şeyi bilgi olarak değerlendirmeliyiz.
Düşünme
fiziğin bulguladığı eşiklerle sınırlandırılamaz; düşünme kesintiye zaten
uğratılamaz. Çünkü düşünme, asla sınır tanımaz; bilgi boşluğu sendromu varsa,
saçma çıktılar ile sonuçlanan bir sürece dönüşür. Bilinen toplum kuralları,
aksi gösterilmedikçe bilgi boşluğunun artması yoluyla değişirler. Çünkü düşünme
zaten, doğrulanabilirliği araştırmakta olduğundan, bilgi boşluğu gerekçesini
ileri sürerek düşünmeyi kesemezsiniz.
Öte
yandan hiçbir düşünür, padişah yahut vezirlerin yaptığına benzer olarak,
diğerini düşünme ürünü olmayan sıfatlarla eşleştirmez. Çünkü asıl olan,
düşünürlerin değil, düşüncelerin çarpışması, çelişkilerin de çatışmalarla saf
dışı bırakılmasıdır. Düşünmek, masada olur, satranç gibidir; akıl makinesinde
bilginin öğütülmesi gerekir. Asla sinsice gerçekleşmez; belli bir amaç uğruna
yapan simsarlarınsa, güdümlü çabaları fark edilir, misyonerlik yahut karşıtı
dejenerasyon olarak değerlendirilir. Bu nedenle, temiz düşünürlerin çekinmesi
gereken herhangi bir etken söz konusu olamaz.
Bilim
adamları “kimiz, nereden geldik, nereye gidilecek?” sorusu üzerinde
düşünürler çoğunlukla. Bazılarına göre de, geliş ve gidiş amacı zaten bellidir.
İnanç komisyoncusu ise, inanç üzerine akıl oyunları oynar, birilerine din
pazarlar, belki de gerçek olmayanı, gerçek gösterip çıkar umandır; belki de
doğru olanı, yalan diye pazarlayandır kim bilir? Hoşça kalın Hayırlı Cumalar.
Yorumlar kapalı.