*Ülkenin birindeki bir bilgin, günün birinde, talebelerine: “Hindistan’da bir ağaç var, meyvesini yiyen ne ihtiyarlar, ne de ölür” der. Bu söz, tâ padişahın kulağına kadar gider. Sözün doğru olduğunu düşünen padişah, bu ağacı bulmak ve meyvesini getirmek üzere en güvendiği adamlarından birini Hindistan’a gönderir.
*Adamcağız yıllarca Hindistan’da bu ağacı arayıp durur. Gezmediği şehir, görmediği köy kalmaz. Nihayet, bütün ümitleri tükenmiş halde memleketine geri dönmeye karar verir. Geri dönerken, memleketlerden birinde çok bilgili ve velî bir zâtın olduğunu duyar ve onu da ziyaret eder. Ağlamaklı bir vaziyette, bu zâtın huzuruna varır. Velî zât kendisine derdini sorunca, olanı biteni anlatır. Yıllar yılı aradığı ağacın özelliklerini sayıp döker.
*Adamı sonuna kadar sabırla dinleyen bilge zât, gülümseyerek: “Ey saf insan!” der. “Bu bahsettiğin hayat ağacı, ilim sahibindeki ilim ve hikmettir. Sen surete kapılıp yolunu kaybetmişsin, mânâyı elden bıraktığın için onu bulamamışsın. İlim ve hikmet öyle bir şeydir ki, yüz binlerce eseri vardır. En sıradan, cahil bir insana bile ebedî bir hayat bağışlar.” Adam öğrenmek istediğini öğrenir ve padişahın yanına döner. Padişah da bilginin ne söylemek istediğini o zaman anlar. Anladıkları ile amel etmiş mi etmemiş mi onu bilmiyorum ama çok hoşuma gittiği için sizlerle paylaşmak istedim.
*Bir kişinin ilmi yoksa genellikle hikmetli sözler akmaz dilinden. Hele hele ilim meclislerine sohbet meclislerine aşina değilse, hikmeti şeyler beklemek, ümit etmek beyhude bir bekleyiştir. İnsan hasbel kader bir yerlere gelebilir, bazı makam ve mevkiler elde edebilir. Ama ilim sahibi değilse, hizmet etmek zorunda oldukları kimseler, kısacası halk, hizmetlerinden faydalanamaz. Tam tersine eziyetlerinden muzdarip olur.
*Bir yönetici, amir, müdür, başkan olabilirsiniz. Sorumluluğunuz o makama geldikten sonra başlar. Bu sadece sizin sorumluluğunuzla kalmaz; tüm aileniz, aile çevreniz de bu sorumluluğun altına girer. Çevrenizdekilerin yaptıkları ettikleri sizi bire bir ilgilendirir, ilgilendirmek zorundadır.
*Mesela bir oğlunuz yeğeninizle birlikte Tosya’da gece yarısı festival sonrası kalabalığın arasında sizin arabanızla hız yapamaz. Hele hele önünden geçen, geçmek zorunda olan bir yayaya “çekil lan ….” diye küfür edemez. “Yavaş” diye ikaz eden bir vatandaşa; arabadan aşağıya atlayarak “sen benim kim olduğumu biliyor musun, sana ne lan, seni niye ilgilendiriyor” diye bağıramaz, tantana yapamaz. Üstüne üstlük hadise sonrasında emniyet mensuplarının arasından,altına sizin verdiğiniz arabanın lastiklerinden simsiyah dumanlar çıkacak şekilde pati çektirerek kalkış yapıp,diğer arabaların sağından geçerek süratle uzaklaşamaz.
*Geçer; ama nasıl geçer? İlim sahibi değilse, ilim meclislerine hiç uğramışsa, hayatı dayı parasından, baba parasından, baba ve dayının makam ve mevkisinden ibaret sanıyorsa, öyle biliyorsa, öyle yaşıyorsa geçer. Doğrusu bir bilge kişinin çıkıp “mahkemenin kadıya mülk olmadığını” birilerinin kulaklarına hikmetli sözlerle fısıldayacaklarına inanmak istiyorum aslında. Yoksa hayat ağacını daha çok arar dururuz.Hoşça kalın..
Yorumlar kapalı.