*Oysa bilinmelidir ki, ağabey, en az gençler, delikanlılar kadar muzdariptir, garibandır, yaralıdır, zordadır, dardadır. Ağabey kandan ve candan sıyrılmış bir abide, bir heykel değildir. Bir insandır; sıradan bir insan. Ağabey, el uzatan, hoş gören, affeden, keskinlikleri törpüleyen, işleri yoluna sokan, ileri görüşlü bir imgedir kuşkusuz ancak en başta bir insandır. Normal, yalınkat bir insan. Ne ki, insan, ağabeylerini böyle görmek istemez. İnsan, ağabeylerinin hep ağabey kalmasını, hep kendi kafasında kurduğu gibi çalışmalarını, öyle davranmalarını bekler. Böyle bekler ve elbette onlara büyük bir zulmü reva görür. Başta kendisi geçirir o yağlı urganı onların boynuna, başta kendisi istemez ağabeylerin ayaklarındaki prangaların çözülmesini. Onu normalleştirmek istemez insan. Onu normal insan kategorisine koyduğunda kimden bekleyecek, kime nazlanacak, kime ağlayacak, kime dayanacak?
Ağabey, kendini anlamayan, kendinin de bir derdi-tasası olabileceğine ihtimal vermeyen ve hep ağabey diye kendi kapısına varan insanın boğup nefessiz bıraktığı bir kurban, bir garibandır. Bir türlü normalleştirilmeyen ağabey, bu türlü yaklaşım için üzülmeyen, üşümeyen, ağlamayan, dertlenmeyen, yok demeyen, nazlanmayan bir kara-kuru heykelden öte nedir?
*Daima el uzatan, etrafını kolaçan eden ağabeyin, kendini kolaçan etme hakkı yok mudur? Kendine bakma, kendini şımartma, kendi iç derinliğini keşfetme, kendi benliğini tamir etme, kendi açmazlarından çıkış yollarını arama, kendi acziyetini görme hakkı yok mudur? Ona kim el uzatacak, onun yaralarını kim saracak? Onu yaralı-bereli hayatın karmaşık hallerine salmaya vicdan onay verecek mi? Onun kederlerine kim ortak olacak, altında ezildiği yüklere kim omuz verecek? Şımarıkça ağabeylerin etrafında gezinen, adeta onların gücünden nemalanan delikanlının, ağabeyin ahvalini düşünme, fehmetme ve ona göre davranma ödevi olmayacak mı? Genç hep nazlanacak, şımaracak, haşarılık yapacak, ağabey ise düşen taşları yerine koyacak, bir daha yolları temizleyecek, bir daha işleri ayarlayacak ve hep böyle yapa yapa ömrünü heba edecek! Bu olsa olsa bir büyük vicdansızlık, bir büyük aymazlıktır! Buna ne can ne ağabey dayanır.
*Sahi, kimdir ağabey, nasıl bir kişidir? O belli-belirsiz yahut açık-seçik ağabey imgesi, ne de zengin, yoruma açık bir imgedir. Cevval ama yorgun, âşık ama kırgın, dava eri ama yaralı, çok zengin ama yalnız, bürokrat ama yoğun mu yoğun. Ya da tam tersi. Ama hepsinden öte ve önce bir insan; yalınkat insandır ağabey.
*Gençliğinde hep ağabeyler arayan, bulan, onlarla zaman geçiren kişi, ömrü varsa kendisi de ağabey oluveriyor bir zaman sonra. Ev-bark sahibi oluyor, çoluk çocuğa karışıyor, işlere bulaşıyor, hayata dalıyor, muhabbetini sürdürüyor, cebi para görüyor, açlık ve tokluktan geçiyor. Bütün bunlara saçlarındaki aklar şahit oluyor. Bu kez kendisine ağabey deniliyor, kendisinden bekleniliyor, kendisine danışılıyor. Ağabeyliğin ne kadar zor bir makam olduğunu işte o zaman anlıyor. Kendi delikanlılığında kendi ağabeylerinin sırtına yüklediği heybelerin taşınmasının ne kadar güç olduğunu. Ağabeylerden ne kadar çok şey beklediğini. Onlara nasıl kıydığını, onlara nasıl acımasızca yüklendiğini… Anlıyor ve utanıyor. Bütün ağabeylerinden için için özür diliyor, af diliyor. Onlara verdiği zahmetten ötürü yüzü kızarıyor. Anlıyor ve biraz daha içine gömülüyor insan değil mi? Hoşça kalın, dostça kalın.
Yorumlar kapalı.