ONUNCU KÖYE GİDERİZ !
Onuncu köy de bize yeter. Doğru söyleyen hala dokuz köyden kovuluyor, hatta köylere sokulmuyor. Hala ayırt edemiyoruz onları… Çünkü kolay yalan söylüyorlar. Çünkü kolay inandırıyorlar. Nerden çıktı diyeceksiniz biliyorum… İçimdeki hislerimden ve gördüğüm manzaralardan çıktı desem…Ya da yaşadığımız olaylardan… Veya farkında olup da farkında değilmişiz gibi semelendiğimiz, duymazcadan geldiğimiz, gördüğümüz halde, açık seçik görüp gözettiğimiz halde görmezceden gelmek için bin bir türlü çabaların içine girdiğimiz tutum ve davranışlardan…
Durup dururken yazmadığımı anlayan anlar… Doğru söyleyenleri dokuz köyden kovdukları gibi bir de linç olayı var… Linç ederler maazallah… İftira da atarlar, zamanın behrinde attıkları gibi, durmadan, usanmadan, bıkmadan…. Her çeşit karalama kampanyasını da başlatırlar… Her mahalli seçimlerden önce, her oda seçimlerinden önce başlattıkları gibi…. Hatta kardeş bildiğin, kardeşim dediğin kişilerden oluşan Meclislerin kurulmasından önce başlatılan iftira kampanyaları gibi…. Bütün bunlar düzenlerini yalan üzerine kurmuşlardır… Bunun adına literatürde “gri propaganda” diyorlar. Yani “çamur at izi kalır” mantığı. Ama çamurlar ne kadar iz bıraksa da, güneşin balçıkla sıvanamayacağı gerçeği bir gün tahakkuk eder ve korktukları başlarına gelir. Mahkemenin kadıya mülk olmadığı, kişilerin makam koltuklarına yapışık olmadıkları gerçeği ile karşı karşıya gelinir ve çeker giderler…. Bu sefer Pinokyalar saf değiştirir, riyakarlıkları had safhaya ulaşır, karaladıklarını, iftira attıklarını çabucak unutuverirler, bir de bakarsınız sizin safta yerlerini almışlardır…
Çocukluğumuzun Pinokyo masalını hatırlarsınız hepiniz değil mi? Hani iyi kalpli yaşlı tahta ustasının yüreğini koyarak yaptığı bir kuklaydı Pinokyo. En belirgin özelliği yalan söylemesi ve her yalan söylediğinde de burnunun uzamasıydı. Ben de dâhil pek çok çocuk o zamanlar her yalan söylediğimizde hemen aynaya koşardık; burnumuz uzadı mı diye… Oysa günümüzde ortalık Pinokyolardan geçilmiyor. Aslına bakarsanız hepimiz birer Pinokyo’yuz maalesef : Nefret ederken; seviyoruz diyoruz. Beceremeyeceğimizi bile bile “ben hallederim” i tercih ediyoruz. Pembe yalanları, beyaz yalanları çoktan geçtik, şimdi yalanlarımız kapkara ve kuyruklu. Kim demiş “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” diye…Şimdi o mum hiç sönmüyor ki…
Herkes birbirini kandırmakla meşgul; Öğrenci; öğretmenini, erkek; kadınını, kadın erkeğini, satıcı; müşteriyi… Yönetenler halkı… En çok da bizi yönetenler söylüyor yalanları. Hak’tan, hukuktan, adaletten bahsediyorlar, vatandan, milletten dem vuruyorlar. Bir söylediklerine, bir de yaptıklarına bakıyorsunuz; arada uçurumlar var…
Dürüst olmak, erdemli olmak demode bir kavram şimdi. Bu yüzyılın Pinokyolarının tahtadan burunları yok artık, donuk bakışları, sevgisiz yürekleri, duyarsız kişilikleri ve bitmek bilmeyen hırsları var. Keşke her birimizin elinde sihirli bir ayna olsa da uzayan “burunlarını” görebilseydik… Yalnız onuncu köye gitmeye hiç niyetimiz yok. Doğruları yazmaya, doğru bildiklerimizi yazmaya devam edeceğiz… Öyle kolay kolay da dokuzuncu köye kovulacağımızı da sanmıyoruz.
Yorumlar kapalı.