YAŞLILARIMIZ VE BİZ -1-
Batı kültürünün etkisiyle bireyselleşmeye doğru hızla kaymaya başladık. Bizleri birbirimize bağlayan ve toplum yapan değerlerin önce örselendiğini, sonra aşındığını, en sonunda da kaybolduğunu görüyoruz. Çözülme o kadar hızlı ki, fazla değil sadece beş on yıl öncesine göre kaybettiğimiz pek çok şeyi tek tek sayabiliriz.
Yaşlı, himayeye muhtaç hale gelmiş insanlar etrafımızda ne kadar da çoğaldı değil mi? Bu insanların büyük çoğunluğunun bir ailesinin, onu taşınmaz bir yük gibi görerek başlarından atan çoluk çocuğunun olduğu da bir gerçek. Bundan daha da acısı, daha gerçek olanı da aynı akibetin bizim de başımıza gelme ihtimalinin az da olsa mevdut olduğu.
Çok uzakta değil, gelin bir gün Kastamonu Huzur Evini ziyaret edin. Bize ziyaret etmek nasip oldu, şiddetle sizlere de tavsiye ederim. Bir gün kapımızı çalacak olan, kaçmamız mümkün olmayan yaşlılık kapımızı çaldığında, maazallah çoluk çocuğumuza artık yük olmaya başladığımızda, bir köşeye, bir yerlere bırakarak bizlerden kurtulma telaşına düşüldüğünde halimiz nice olacak, nice olur görün, yaşayın Huzur Evi ziyaretinde.
Kendi kendinize bir sorun, beş on yıl önceki toplumla şu anki toplum aynı mı diye. Ne kadar değişmiş değil mi? Peki yüz yıl öncesiyle şu anki toplum arasındaki ortak değerler ne kadardır acaba? Böyle devam ettiği takdirde, eğer sürpriz bir dönüş olmazsa nereye gittiğimizi tahmin etmek hiç de zor değil. İyiye doğru gitmediğimiz maalesef bir gerçek. Ortak değerlerimizi, kültürümüzü, gelenek ve göreneklerimizi yaşamak ve yaşatmak adına hiç çaba sarfediyor muyuz? Yaşamak ve yaşatmak için çaba sarfedenlere, en azından gayret gösterenlere destek oluyor muyuz? En azından gönül desteğimiz var mı, yoksa köstek olmak için mi çaba sarfediyoruz? Maalesef toplumumuzda, özellikle de Tosya’mızda bir çözülmenin, vurdum duymazlığın, nemelazımcılığın her geçen gün biraz daha derinleştiği artık hemen hemen her kesimin gözünden kaçmıyor. Kaçmıyor ama ya ne yapacağımızı bilemiyoruz, belki de bilmek istemiyoruz, belki de bilmek işimize gelmiyor.
Bahsettiğimiz çözülmeyi en açık şekilde görebileceğimiz yerlerden birisi de, gençlerle yaşlılar arasında iyice zayıflamış olan sevgi ve saygı bağıdır. Artık gençlerimizin yaşlılara hürmet ettiğini ve iman köklerimizden gelen bu değeri muhafaza ettiğini söylememiz neredeyse imkansızdır.
Toplu taşıma araçlarında elinde bastonuyla ayakta zorla durmaya çalışan, diğer tarafta hiçbir şey yokmuş gibi arkadaşlarıyla kahkaha atmaya devam ederek dikilmekte olan yaşlı insanı görmezlikten gelen veya kaçamak bakışlarla dışarıyı seyreden gençler… Yaşlılıklarında bir başlarına evlerine terk edilen ve üst başlarına bakamayıp temel ihtiyaçlarını karşılayamadıklarından sefil duruma düşenler… Vefat ettikleri, günler sonra dışarı vuran kokuyla anlaşılanlar… Bakımevlerine bırakılarak yakınlarınca halleri hatırları sorulmayanlar, ihmal edilenler, moral verilmeyenler… Bir yere yerleştirilemediklerinden, mecburen bakıldıklarından dolayı horlananlar, hakarete uğrayanlar… Hayata bağlanmalarını sağlayan gönül çeşmelerine sevgi adına bir şey akıtılmayanlar… Devam edecek.
YAŞLILLARIMIZ VE BİZ -2-
|
|
|
|
|
|
Böyle bir görüntünün ortaya çıkmasında, toplum olarak başta eğitim sistemi ve basın olmak üzere her müessese ve fert olarak bizim sorumluluğumuz da elbette vardır. Ancak ebeveynler olarak bizlere büyük bir mesuliyet düşmektedir. Büyüklere karşı küçüklerin nasıl davranması gerektiğinin öğrenileceği en iyi yer aile ortamıdır. Anne baba bunu hem anlatarak, hem de göstererek çocuklarına örnek olmalıdırlar.
Ebeveynin gerek kendileriyle birlikte kalan, gerekse zaman zaman bir araya geldikleri anne babalarına gösterecekleri saygı, sevgi ve hizmet etme çabası çocukların büyüklere karşı bakışını şekillendirecek, yaşlandıklarında anne babalarına nasıl davranmaları gerektiğini öğretecektir. Belki de bu yolla, yukarıda bahsettiğimiz olumsuz tablolar azalacaktır. Yaren geleneğinde “Kız anadan öğrenir sofra düzmeyi,Oğlan babadan öğrenir sohbet gezmeyi” düsturu vardır. Büyüklere saygı, küçüklere sevgi böyle sohbet meclislerinde öğrenilir. Bu bizim geleneğimiz, yıllardır yaşanmış, yaşatılmış.
Anne babasının büyüklere saygı göstermediğini gören, bunun dinî ve insani bir görev olduğunu öğrenmeyen, ahiret düşüncesi olmayan, tamamen bana ne’ci olarak yetişen bir çocuk, yaşlandıklarında anne babasına veya bir başka yaşlıya nasıl saygı göstersin ki?
Büyüklerimize saygı gösterip dışlamamak, hizmetlerini görmek esasında bir vefa borcudur. Vefanın ne olduğu, ne güzel bir duygu olduğu ancak sohbet meclislerinde görerek, yaşayarak öğrenilir. Ruh disiplini dediğimiz güzel hasletlere bu meclislerde kavuşulur, kibirlenmekten, böbürlenmekten yine bu meclislerde kurtulunur.
Anne babamızın bizleri yetiştirmek için bebeklikten itibaren göstermiş oldukları çabayı, hastalandığımızda bizimle birlikte acı çekmelerini, büyütmek, yetiştirmek için ellerinden gelen çabayı sarf etmelerini, sırf bizleri mutlu etmek için yaşamalarını göz önüne getirdiğimizde, yaşlandıklarında aynı ilgi ve şefkati fazlasıyla hak ettiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yaşlılarımıza gerekli hürmeti göstermediğimizde, aynı akibetin bizleri beklediğini söylemek kehanet olmaz. Çünkü çocuklarımız yaşlıyı sevme ve ona hürmet etme duygusunu tatmazlar da, bizlerin ebeveynimize olumsuz davranışlarımızı, kötü konuşmalarımızı görürlerse, ileriki dönemde onlar da bizlere aynı muameleyi yapacaklardır. Sokaklarda tek başına yaşayan, bakımevlerine terk edilerek hali hatırı hiç sorulmayan, evlerinde aç susuz bir halde bakımsız yaşayan yaşlı insanların önemli bir kısmının çektiği sıkıntılarda böylesi bir arka planın olduğu inkâr edilemez. Devam edecek
Yorumlar kapalı.