|
DİN ADINA KONUŞMAK -5-
İnsanın sorumlu tutulması için akıllı olması şart koşulmuştur. Bu şartı da aklı veren Allah koymuştur. Akıllı olmayan kimse sorumlu tutulmamıştır. Akıl sahibi olan kimselerin sorumlu tutulduğu dinin kaynağı ise vahiydir. Dolayısıyla vahyi anlamada, akıl hizmetkâr kılınmıştır.
Aklı görevinde, yani vahyin hizmetkârlığında kullanmak gerekir. Bir de bu kullanımda Efendimizin (A.S.) Sahabe-i Kirâm’ın ve onların yolunu izleyenlerin usül ve üsluplarını meleke haline getirmek icab eder.
· Dinin teorik kısmını meslek edinip, fiilî ve kalbî yönüne önem vermemek. Bilgi, kullanılmadığı takdirde beyinde bir yüktür. Faydalı olması gerekirken, zararlı hale gelebilir. Din ile ilgili bilgiyi kullanmak demek, onu yaşamak ve hayatımıza tatbik etmek demektir. Ve bu yaşayış, kalbte hissedilen ve manevî lezzeti alınabilen bir yaşayış olmalıdır.
· Dinî ilimlerden bir kısmını, kuru bilgi olarak kafasında toplayıp, yaşantısında ondan istifade edemeyen, istifade edemediği için kalbi ürpermeyen insan, her zaman hatalı ve yanlış şeyler söylemeye müsaittir. Hele hele bu tür sözleri söylediğinde prim yapacaksa, birilerinin gündemine girecekse, ilgi odağı haline gelecekse, bu durum yüzde yüze yakın ve daha tehlikeli bir şekilde gerçekleşir.
Bir insan düşününüz ki, mesleği ve uğraşısı dinî ilimlerdir. Onları öğrenmekte veya öğretmektedir. Bu yüzden maaş almakta, bu yüzden merhaba edilmekte ve çevresinde kabul görmektedir. Bu yüzden akademik ünvanlara sahip olmakta, konferanslara, panellere katılmakta ve yazılar yazmaktadır. Hasılı dinî ilimler bir nevi onun hayatı olmuştur. Bu ne güzel bir meşguliyettir.
Böyle bir insana ne büyük bir nimet ikram edilmiştir; eğer bilgisinin gerektirdiği şekilde yaşıyorsa, eğer her şeyiyle borçlu olduğu o mahzun, gözü yaşlı, günlerini af dileyerek, gecelerini secdelere kapanarak geçirmiş olan peygamberine ittiba ediyorsa…
* Doğruları öğrenebileceği, terbiyesinden istifade edebileceği kendi üzerinde bir merci kabul etmemek. Yetkisiz olduğu halde din adına konuşan kimseleri çok iddialı görürsünüz. Çünkü o konuda kendisini hakim konumunda görür, kendisinin üstünde bu konunun danışılabileceği bir mercinin olabileceğini düşünmez. Halbuki sahip olduğu bilgileri eserlerinden öğrendiği alimlerin, görüşlerini ifade ettikten sonra “biz doğruyu bulmaya çalıştık; doğrusunu Allah bilir” dediklerini ve göstermiş oldukları hassasiyeti dikkate almaz. Allah-u Teâlâ’nın “Biz dilediğimiz kimseyi derecelerle yükseltiriz ve (fakat) her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bilen vardır.” (Yusuf/76) âyetine kulak vermez.
Yorumlar kapalı.