Suriye’nin
Kuzeydoğusu ile Irak’ın Batısını kapsayan, Kürt halkı arasında “Batı”
anlamında Rojava diye nitelendirilen bölgeden adını alan yeni bir rejim
denemesi ile karşı karşıyayız. İhanet sarmalına düşmüş Türkiye’deki Kürt
siyasetçilerinin ve entellektüellerinin sevindirik oldukları “Rojava
devrimi” aslında bir bağımsızlık savaşının odak noktasındaki Pol Pot
rejimini örnek alan “katil bir devlet modeli” denemesidir.
İdeolojik olarak Stalin’in Marksizm yorumunu esas alan bu hareket, strateji
olarak Kızıl Kmerler adlı gerilla
teşkilatını kurduktan sonra 1976-1979 yıllarında Kamboçya başbakanı da
olan, Saloth Sar’ın (1925-1998), yani bilinen adıyla Pol Pot’un izini
süren bir hareket. An itibariyle “Rojava devrimi”nin liderliğini
yürüttüğü varsayılan Salih Müslim’in,
konumunu kabul ve pekiştirme adına, kendisine karşı çıkan Kürt, Arap,
Türkmen, Ezidi, Hıristiyan demeden herkese karşı ayrımsız uygulattığı
katliamlar, tıpkı Pol Pot’un iktidarı döneminde Kamboçya’da –en iyimser
tahminlere göre- 1.700.000 kişinin ölümüne yol açtığı baskıcı rejim ve soykırım
uygulamalarını günümüze taşıyan bir katil ve cani örgütün “devletleşme”
sürecini görmekteyiz. Projenin arka planında ABD, İngiltere, Fransa, Almanya,
Rusya, İran, İsrail ve Suriye’nin yıllardır parasıyla, silahıyla, uzman
elemanlarıyla, teorisyenleriyle, ajanlarıyla besleyip destekledikleri
PKK/KCK/HDP ihanet şebekesi var. Son birkaç yıldır, örgüt bazındaki desteklere
kimilerinin taşeron işbirlikçi (DHKAP-C ve TKPML gibi), kimilerinin de devlet
içindeki yapı elemanları ile özellikle iç istihbarat sağlama potansiyelini
kullanarak (FETÖ gibi) eklemlenmesi, “Rojava devrimi”nin “devletleşme”
sürecine katkıları artık inkar edilemez gerçekler olarak hepimizin malumu.
Bu tablo, sırf bir korku atmosferini yoğunlaştırma
çabası değil; gelinen noktanın rotasını netleştirme projeksiyonunda da görülen
tablo. Kısa vadede olabileceklerin yanında uzun vadede aynı öykündükleri
projeksiyona baktığımızda ne Kamboçya’daki rejimden ne de –pek dillendirilmese
de- Mahabat Kürt Cumhuriyeti’nden bir eser kaldı.
Aslında burada Mahabad Cumhuriyeti’ne (Komarî Mehabad- 1946–1946) bir parantez
açmak ve sonunun örnek alınmasını hatırlatmakta sanırım yarar var; Mahabad
Cumhuriyeti, Ocak 1946’da Sovyetler Birliği’nin desteğiyle İran’ın
batısında –Türkiye’ye sınırdaş- kurulan, desteğin geri çekilmesiyle de aynı yıl içinde yıkılan, Birleşmiş
Milletler tarafından tanınmamış Sosyalist Cumhuriyet bir Kürt
devletiydi.
22
Ocak 1946’da Mahabad Çarçıra Meydanı’nda Kadı Muhammed’in öncülüğünde, Mahabad
halkı, tüm Kürdistan parçalarından misafirlerin, aşiret liderlerinin hazır
bulunduğu toplantıda Kürt ulusal bayrağının göndere çekilmesi, Milli marş “Ey
Raqip”in okunması ve dualar eşliğinde Mahabad Kürt Cumhuriyeti ilan
edilir.
Kadı
Muhammed’in devlet başkanı olduğu Cumhuriyet, -tıpkı bugün olduğu
gibi dıştan aldıkları destek son bulunca- Aralık 1946’da İran ordusu tarafından
varlığına son verilip tarihe gömüldü. Cumhurbaşkanı Kadı Muhammed,
Başbakan Hacı Baba Şeyh ve Savunma Bakanı Muhammed Hüseyin Han
Seyfi Kadı, 31 Mart 1947’de Cumhuriyetin kurulduğu yer olan Çarçıra Meydanı’nda
asılarak idam edildi.
Şimdi
ister Kamboçya, ister Mahabat Kürt
Cumhuriyeti örneğini alın, ya da bugün tüm dünyanın bir delilik yapmasını
endişe ile takip ettiği Kuzey Kore’ye bakın hiçbirinin halkına acı, gözyaşı ve
kıyımdan başka bir şey veremediğini; huzur, mutluluk, refah gibi her insanın
doğal hak beklentisinin ancak rüyalara konu edilebildiğini görmemek için kör ve
sağır olmak gerekir.
Başlığa
tekrar döneyim; niçin Mahabad Kürt Cumhuriyeti ya da Kuzey Kore (bilinen resmi
adıyla Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti)’ni değil de Kamboçya’da yaşanan ve 1.700.000 kişinin ölümüne yol açtığı baskıcı rejim
ve soykırımın literatüre girmiş “Pol Pot rejimi” uygulamasını
taşıdım. Kısa bir hatırlatma; “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir”
denmesi boşuna değil. Rojava’da gelecek günler, geçen günleri aratacakta
ondan..
Devam edeceğim…
Yorumlar kapalı.