Dün “Yargı
koridorunda sek sek!..” başlıklı yazımda Yargıtay’ın geçen hafta hem
usul hem de esas yönünden bozduğu Ergenekon davasını gelinen son nokta
itibariyle irdelemiş ve bilerek/isteyerek/taammüden “arap saçına”
döndürülmüş bu davanın geleceğini “bu hamur daha çok su kaldırır” diyerek
belirsizlikler de içeren bir geleceğe havale edildiğini belirtmiştim.
Kararın
açıklandığı ilk saatlerde başlayan ve gerekçeli kararın –ilk defa hafta sonu
tatil gününde- yayınlanmasını takibeden açıklamaların
uğultusundan/gürültüsünden biraz uzaklaşıp soğukkanlı değerlendirme yapanlara
kulak verilmesi herhalde hepimiz için daha doğru bir çizgide durmanın ölçütü ve
kılavuzu olacaktır.
Öncellikle
dikkate alınması gereken nokta basının büyük çoğunluğu tarafından gözlerden
kaçırıldı; Sanki “asrın hesaplaşması” olarak yıllarca süren, 23
ayrı iddianamenin birleştirilerek, tarihî
hesaplaşma kasıtlı olarak sulandırılmamışta, Yüksek Yargı tek dosya
üzerinden Ergenekon yapılanması için “YOK” demiş gibi bir algı
yaratma yarışına girdiler. Oysa Yüksek Mahkeme “YOK” demiyor, “İSPAT
EDİLEMEDİ” diyor.
Benim
hep aklımda tuttuğum basit bir ölçü var; kriminal suçların araştırılmasında
tecrübeli dedektiflerin sürekli göz önünde bulundurduğu bir kural bu; “Katil
hiçbir zaman uşak değildir ve işlenen suç kimin işine yarıyorsa şüpheler onun
üzerine yoğunlaşmalıdır”. Eğer bu ölçüyü Ergenekon davasına
uyarlarsanız, karşımıza çıkan tek gerçek; devlet içindeki bir yapılanmanın
mıntıka temizliği adına kendinden önce kurgulanıp varedilmiş bir yapıyı tasfiye
etme çabasıdır. Ancak uyguladıkları taktiğin akıldışılığı, kurguladıkları
kumpasın kendi ayaklarına dolanması ile hem kendileri deşifre oldular, hem de
varlığına ilişkin çok ciddi emarelerin olduğu söyleşilere, kitaplara konu olmuş
Ergenekon yapılanmasının temize çekilmesine zemin hazırladı. Açık kaynak
bilgilerine göre, Ümraniye’deki bir gecekonduda 12 Haziran 2007’de 27 el
bombasının ele geçirilmesiyle başlayan bu davadan çok önce farklı farklı
platformlarda alçak sesle dillendirilen Ergenekon’un emekli binbaşı ve
akademisyen olan, Ergenekon davasının 152’nci duruşmasında tutuksuz sanık
olarak ifade veren Erol Mütercimler’in savunmasında böyle bir oluşumun
varlığını 7 Nisan 1991’de Üsküdar’daki evinde üç eylemci
tarafından öldürülen emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk ve 29 Temmuz 1992
tarihinde Göztepe’deki evinde 3 Devrimci-Sol militanı tarafından kurşunlanarak
öldürülen eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Kemal Kayacan’ın kendisine bu
konularda anlatımları olduğunu mahkemede beyan etmesinin ötesinde daha sonra
yayınladığı “Büyük Kumpas Ergenekon” isimli kitabının tanıtımında
kullandığı “Bu bir SAVUNMA kitabı değildir; öç alma duygusuyla
yazılmamıştır. Yalnızca, sistemle hesaplaşmadır. Kumpaslara karşı uyanık
kalınması uyarısıdır. Büyük Kumpas, Ergenekon konusunda kafası karışmış
olanlara bir yol haritasıdır. Siyaset, strateji ve hukuk tarihi yazarlarına
dokümandır. Türkiye’nin politika yapıcılarına ve karar vericilerine bir
strateji belgeselidir” ifadeleriyle gündeme taşıdığı tüm materyal “gerçeğin
bilinmesi” adına tam kılavuzdur.
Bu
arada yine Ergenekon’un ne olup ne olmadığının “gerçeğini bilme”
adına bir başka başucu rehberi,
Gazeteci-Siyasetçi Şamil Tayyar’ın ilk kez yayınlanan belgelerle, “Operasyon-Ergenekon”
isimli kitabıdır. Özellikle 90’ların ortalarından 2007’ye gelinen süreçteki
derin yapılanmanın istihbarat ve emniyet birimleri ile örtülü iç çatışmalarını
anlamak için oldukça göz açıcı materyallerin yer aldığı bu dökümanter çalışma
da konuyu anlamak isteyenler için bir başka başucu rehberi.
Yazımın
bugünkü bölümünü Ergenekon Davası’na bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin
başkanıyken görevden uzaklaştırılan emekli hakim Köksal Şengün’nün Yargıtay’ın temyiz
kararı üzerine Milliyet gazetesine yaptığı özel değerlendirmedeki şu cümleleri
ile noktalamak istiyorum.
Şengün,
yaptığı açıklamada; “Dava en başından itibaren sakattı. İlk düğme yanlış
iliklenmişti. Öyle de devam etti. Delilsiz bir dava için ancak böyle bir sonuç
çıkabilirdi. Normal hayatta birbirlerini kırıp geçirecek insanlar aynı örgütün
mensupları olarak bir araya getirildi. O zamanlar bazıları ‘Ali kıran, baş
kesen’ idiler. Şimdi niye konuşamıyorlar?” diyor.
Bugünlük
bu kadar.. yanlış iliklenen düğmelerin izini sürmeye devam edeceğim…
Yorumlar kapalı.