Özgürleşmenin
bir bedeli olduğunu, elbette biliyoruz. Son iki asırdır sürekli
yalnızlaştırılmaya, kendine biçilen misyonun dışına çıkmamaya mahkum edilmek
istenen bir neslin devamıyız. Ara dönemlerle kimliksiz/kişiliksiz iktidar
dönemlerinin dışında her seferinde büyük bedeller ödediğimiz özgürlüğümüz adına
bu gün de yine bedel ödüyoruz, ödemeye devam edeceğiz.
“Ya
kalkınmaktan, bölgede etkin bir ülke olmaktan vazgeçeceksin; ya da bütün
dünyayla mücadeleyi kabul edeceksin. Bunun bedeli terördür, acılara
katlanmaktır” dayatmasına karşılık, “özgür olma”nın
dışında bir seçeneğimiz yok. Elbette ülke ve millet olarak bu bölgede oyun
kurucu etkisini kullanabilen, diğer oyuncuların tüm hilelerine, terörün
azdırılmasına ve verdikleri acılara da katlanarak kişiliğini muhafaza edecek,
kendi içinde halkıyla, kendi hinterlandındaki kültürel soydaşlarıyla/dindaşlarıyla
arasına örülmek istenen duvarların da, kazılan hendek ve çukurların da
üstesinden gelmeye mahkum bir ülke/milletiz. Aksini düşünmek bile zillettir,
köleliktir, kişiliksizliktir.
Bu
arada yeri gelmişken tekrar not edeyim; karşı karşıya kaldığımız hem DAEŞ,
PDY/FETÖ ve PKK terör örgütlerinin kendi aralarında kurdukları network
üzerinden paslaşarak düzenledikleri saldırılarını “tüm dünyanın yükselen
Türkiye’ye kurduğu bir tuzak” olarak değil; dünya egemenlerinin “vekalet
savaşı” konseptinde kurdukları tuzaklar olduğunu aklımızdan
çıkarmayalım.
Bütün
bu çalkantılar da ilelebet devam edecek değil; Irak ve Suriye ister butik devletçiklere
bölünsünler, ister bütünlüklerini korusunlar, bir gün bu savaşlar elbet
bitecek. Uzak veya yakın, o gün gelinceye kadar ülkesiyle, milletiyle tek
bayrağın dalgalandığı bu vatan toprakları üzerindeki bölünmez bütünlüğünü ve
egemenliğini koruduğunda, bugünkü konjonktürden beslenen –tüm bileşenleriyle
beraber- PKK/PYD, DAEŞ ve FETÖ terör
örgütlerinin Türkiye karşısında varlıklarını sürdürme şansları hiç
olmayacaktır. Bugün ağır bedeller ödeyen, acılar yaşayan bu millet; elbet
onların önüne bir fatura koyacak, hesaplaşmanın sadece helalleşmekle sınırlı
olamayacağını, herkesin yaptığının karşılığını birebir ödemesini isteyecektir.
Ve o gün geldiğinde hiçbir siyasi yönetim, bu isteğin önüne set çekmeyecek,
çekemeyecektir.. bu da böyle biline.
O
gün geldiğinde, “Özgür” olmanın bedelini “Yalnızlaştırma”
olarak ödeyen bu ülke ve millet, kaotik ortamlar yaratılarak kurulan iç ihanet
çemberinin de, dış “düşmanca tavır” çemberinin de kıskacından
kurtulduğunda görülecek hesabı bugün “not etme” ile yetinmeyecek,
o notların mahsubunu da yapacaktır.
Bunlara
eklemlenen bir başka tayfa var ki, onların hesabı daha da çetin; vicdanlarda
mahkumiyet almış aydın, gazeteci, yazar, akademisyen, entellektüel vs.
Kalemiyle, sözüyle, durduğu saf itibariyle terörizmin değirmenine su taşımış,
akıl hocalığı yapmış, onların tüm şirretliklerine müzahir olmuş bu gurup, belki
hiçbir maddi bedel ödemeyecek; tam tersine bunun maddi rantını devşirip
konforlu hayatlarına konfor katacak ama kendi içindeki vicdan aynasında o kirli
yüzünü görmekten hep kaçınacak, bir ömür boyu kendini takip edecek olan bu
heyulanın yaşattığı ve yaşatacağı kabuslar eşliğinde sürdüreceği süfli hayat
son buluncaya kadar bir iç huzuruna hasret kalacaktır. Lanetlenmiş bir fitne
taşıyıcılığının lanetli yükü altında ezilecekler. Örgütten örgüte kazan-kazan
ilişki ağlarında salına salına dolaşmanın bu bedeli onlara az bile. Ama,
yaşadığımız sürecin getirdiği kısıtlılık bu tür ihaneti karşılıksız bıraktıran
bir yozlaşmışlığın atmosferinde iken, ne yazıkki hukuki bir yaptırımla da
karşılaşmadan günlerini gün ediyorlar. Ülke/Millet “Yalnızlaştırma”
kumpasını boşa çıkarma ve “Özgürleşme” mücadelesi verirken, onlar
“devşirilmiş” “etki ajanları” olarak işlevlerini eksiksiz yerine
getirmenin canhıraş gayreti içinde olmaya devam edeceklerdir. Tıpkı bisiklete
binen çocuk gibi; durdukları an, düşeceklerini biliyorlar.
Yorumlar kapalı.