Medeniyetler Savaşı değil Hilal Haç Savaşı!-1

Yaşı
müsait olan okurlarım hatırlayacaklardır; 90’lı yıllarda, önce “medeniyetler
çatışması”,
sonra giderek bir üst düzeye yükseltilen “medeniyetler
savaşı”
söylemi dünya kamuoyunun gündemine taşındı ve açık açık tartışmaya
açıldı. Aslında bu söylemin kapsamında bulunan temel argümanlar son 30-40 yıl
içinde ortaya çıkmış bir stratejik anlayış değildi. Asırlar ötesinden günümüze
kadar dünya düzenini ele geçirmek ve sürdürülebilir bir hegemonya olarak
ellerinde tutmak isteyen belli bir blokun ajandasından hiç eksik etmediği bir
anlayıştı.

Tarihin
çeşitli dönemlerinde baskın olan konjönktürün etkisiyle açık açık dile
getirilmeyen bu mücadele konsepti, karşı anlayışın temsilcilerinin her
tökezlediği zaman aralıklarında başını kaldırıp saldırıya geçen bir kobra
yılanı gibi gerçek yüzünü göstermiştir.

Merak
edenlerimiz biraz tarih okuması yaptıklarında; örneğin Selçukluların, Endülüs
Emevilerinin, Osmanlıların yükseliş ve çöküş süreçlerinde hep bir karşı
atağın/haçlı zihniyetinin amansız saldırılarının bazen sinsice örtülü, bazen
açıktan açığa ama hiç kesintisiz devam ettiğini göreceklerdir. Yakın tarihimiz
olan, yüzyıl kadar önce Osmanlının yıkılışında rol alan egemen güçlerin
yapılarına baktığımızda, en büyük ortak paydalarının bir inanç etrafında
kümelenen ülkeler/milletler topluluğu olduğunu görmekteyiz.

Yalın
tarih ve tarih felsefesi ile uğraşan bilginlerin ortak düşüncesi, bu
yaşanmışlıkların bir “medeniyetler çatışması” ya da “medeniyetler
savaşı”
olmadığını; şayet böyle bir nitelemenin doğru kabulü halinde
yer yüzünün diğer kadim medeniyet mensubu topluluklarında bu tarihi seyrin bir
yerinde bulunmaları/görülmeleri gerektiğinde hemfikirler. Böyle olmadığına
göre, geriye kalan cephe birlikteliklerinde sadece “Hilal” ve “Haç”
ifadesinde temerküz eden Müslüman ve Hıristiyan odaklı bir çatışmanın
asırlardır sürüp geldiğini, 20’nci yüzyılın ikinci yarısından bugüne en
acımasız biçimiyle devam ettiğini söylememiz en doğru tespit olacaktır.

Adını
“Hilal” ve”Haç” koymadan “medeniyetler çatışması” olarak
dillendiren ünlü siyaset bilimci Samuel P. Huntington  olmuş ve
konuya ilişkin düşüncelerini 1995’te aynı adla kitaplaştırarak dünya bilim ve
strateji çevrelerinin dikkatine sunmuştu.

Huntington, belki de “Soğuk
Savaş”
sonrası “Tarihin Sonu” teziyle, tarihin sonuna
gelindiğini ve tüm ideolojilerin (kapitalizm, liberalizm, komünizm vs.)
çöktüğünü dillendiren Francis Fukuyama’ya nisbet, “Yeni dünyada
mücadelenin esas kaynağı öncelikle ekonomik ve ideolojik olmayacak. Beşeriyet
arasındaki büyük bölünmeler ve hakim mücadele kaynağı kültürel olacak. Milli
devletler dünyadaki hadiselerin yine en güçlü aktörleri olacak fakat global
politikanın asıl mücadelesi farklı medeniyetlere mensup grup ve milletler
arasında meydana gelecek. Bu çatışma global politikaya hakim olacak.
Medeniyetler arasındaki mücadele, modern dünyadaki mücadelenin evriminde nihai
safha olacak”
tezini ileri sürmekteydi. Bugünden geriye dönüp
baktığımızda bu tezin ete kemiğe büründüğünü ve adı konmasa da bu tezin “Hilal”,
“Haç”
savaşı olarak hayata geçirildiğini tüm çıplaklığı ile
görmekteyiz. Nitekim Huntington’un tasnifiyle bugünkü tüm çatışmaların  Konfüçyüs, Japon, İslam, Hindu,
Slav-Ortodoks, Latin Amerika ve Afrika uygarlıkları/medeniyetleri arasında
değil; sadece Hıristiyanların cepheleştirip destekledikleri hibrit bir “Hilal”
ve “Haç” savaşı olduğunu açıklıkla görmekteyiz.

Yazımın yarın yayınlanacak bölümüyle,
konuyu daha da somutlaştıracak birkaç örneklemede bulunmak suretiyle, İslam
dünyasının bugün karşı karşıya olduğu ahlaksız, kirli savaşların anatomisini
siz okurlarımla paylamaya çalışacağım.

Devam edecek…

Medeniyetler Savaşı değil Hilal Haç Savaşı!-1

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Açıksöz Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!