Türkiye
ile Rusya arasında yaşanan “sınır ihlali” merkezli gerilimin, en
sonunda Rusyaya ait SU24 tipi savaş uçağının 24 Kasım sabahı Türk F16
uçaklarınca vurulup düşürülmesiyle en üst noktada bir krizi tetikledi. Bunu
dünkü yazımda da irdelemeye çalıştım. Ancak konuya ilişkin gerek Türkiye
dışından ve gerekse içerden yapılan bazı değerlendirmeleri dikkatle analiz
ettiğimizde kimin nerede durduğu hakkında kanaatlerimizi pekiştirecek bir
turnusol kağıdı işlevi gördüğünü tespit edebiliyoruz. Bunlara derli toplu bir
kombinezon içinde tarihe not düşmek için
bir bakalım.
Anamuhalefet
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Çarşamba günü yaptığı açıklamada, bizi hiç
şaşırtmadı; Suriye canisi Esad’ın tarafında durduğunu açık açık belli ederek
Türkiye’nin Ortadoğu dış politikasını yerden yere vurdu, Türkiye’nin silah
yardımı yaparak Ortadoğu krizini derinleştirdiğini savundu. Ama, ne Bayır-Bucak
Türkmenlerinin maruz kaldığı soykırıma ne de Rus uçaklarının hava sahamızı
ihlaline tek kelime etmedi. Adeta Esad ve Rusya’nın içimizdeki politik “koç
başı” rolünün hakkını vererek Türkiye Cumhuriyetine “nota” verdi.
Bir
diğer muhalefet partisi HDP adına açıklama yapan Grup Başkanvekili İdris
Baluken, Türk hava sahasını ihlal eden Rus savaş uçağının düşürülmesini
değerlendirirken, hükümetin yanlış politikalarının Türkiye’yi hızla bölgesel
savaşın içine çektiğini savunarak “AKP ısrarla Suriye’de savaşın
tarafı olduğunu yaptığı uygulamalarla ortaya koydu” değerlendirmesiyle
Rus Dışişleri bakanı Lavrov’la aynı saftaki yerini aldı. Baluken’den sonra HDP
Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın yaptığı açıklama ise, Rusya’nın
tezleriyle birebir örtüşüyordu. HDP’nın bu tavrına paralel olarak PKK’nın
Suriye kolu PYD Eş Başkanı Salih Müslim de Türkiye’yi hedef alan bir açıklama
ile “oyunda ben de varım” dedi.
Uzunca
bir süredir Ak Parti İle çetin bir muhalefet sürdüren MHP genel başkanı Devlet
Bahçeli’nin bu meselede hükümete koşulsuz destek vermesi ve kendine has bir
uslupla Putin’in tehditlerini deyim yerindeyse (Kof Kabadayılık) olarak
nitelendirmesi, eminim halkın büyük ekseriyeti tarafından takdire şayan
bulunacak, Devlet Devletliğini gösterdi denecektir.
Vatan
Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Suriye sınırımızda düşürdüğümüz Rus uçağı
hakkında tuhaf açıklamalarda bulunarak, “Tayyip Erdoğan-Davutoğlu
yönetimi Rusya’ya karşı bu eylemleriyle Türkiye’yi bölmek isteyenleri
sevindirmiştir” gibi garib bir iddiada bulundu.
Dünya
basınından alıntılanan -İran hariç- onlarca haber, yorum ve analizde
Türkiye’nin haklılığı dillendirilirken dış kamuoyundan en ilginç açıklama, Vladimir
Putin’in desteği ile Rusya’nın Çeçenistan Özerk Bölgesi lideri olan
Ramazan Kadirov’dan geldi. 25 Kasım 2015 tarihli Milliyet gazetesindeki habere
göre, Türkiye’nin Rus savaş uçağını düşürmesini “ihanet”
olarak niteleyerek, Ankara’nın bu olaydan dolayı pişman olacağını ifade
ettikten sonra, “Kendim, Çeçen Cumhuriyeti ve bütün Çeçen halkının Rusya Devlet
Başkanı tarafından verilecek emirleri ne kadar karmaşık olursa olsun yerine
getireceğini ilan etmek vazifemdir” diyerek adeta Türkiye’yi tehdit ediyor.
Dış
basından bahsederken İran gazetelerine ayrı bir parantez açmak gerekiyor; Rus
uçağının vurulduğu gün İran seyahatinde olan Putin’in “arkadan
hançerlendik” açıklamasına geniş yer veren İran gazeteleri, “Türkiye
ateşle oynuyor”, “IŞİD’le mücadele edenlere NATO hançeri”, “Erdoğan ve
Putin’den Suriye semasında güç gösterisi”, “Barut ambarında ateş” gibi
kraldan fazla kralcı, krizi tırmandırma telkinleri içeren manşetlerle çıktı.
Şimdi
tüm olup biteni topluca okumaya çalışıyorum; Rusya Türkiye’yi devamlı
tacizlerle neden “test etmeye” çalışıyor? Kafamı kurcalayan bu
soruya, Esad’ın siyasi ömrünü uzatmak, G-20 zirvesinden sonra ABD ve
Türkiye’nin ortak yapacağını açıkladığı operasyonun önünü kesmek gibi cevaplar,
tatmin etmiyor beni. Geriye bir ihtimal kalıyor; Suriye’nin –dolaylı olarak
Irak’ın- kaderini belirleyecek nihai müzakerelerde Türkiye’nin masaya
getireceği ihtimali olan “Ankara Anlaşması” olabilir mi? Yakın
tarihimizle ilgilenenler bilir; Birinci dünya savaşından sonra yapılan Ankara
Anlaşması çerçevesinde, başta Musul ve Kerkük olmak üzere Irak’ta; Halep, Hama,
Humus ve Bayır Bucak nahiyelerinin Suriye’deki egemenlik hakları halen
uluslararası hukukun netleştiremediği tartışmalı konular arasında. Türkiye’yi,
bir tarafında sözde dostların bir tarafında dost olmayanların kıskaca almadaki
amaçlarına bulabildiğim en önemli ilk ve tek cevap bu.
Yerim
bitti.. bir başka yazımda konuyu açmak dileği ile…
Yorumlar kapalı.