Geçen ay gerçekleşen referandumdan önce defalarca “Bu referandum oylaması sonrasında ister ‘evet’ ister ‘hayır’ sonucu çıksın, hiç fark etmez; Türkiye siyaseti artık hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak, olamayacak” diye yazıp durduk. O paket, milletin oyu ile bir sonuca bağlandı. Şimdi, siyasi mahfillerin sıcak gündemine Deniz Baykal-Nesrin Baytok kamera kayıtları ve bu kaydın kontratağı olduğu söylenen Baykal düşmanı CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi’nin kamera kaydı rezaletinden tutun, Başörtüsü sorununu ben çözeceğim diyen Kılıçdaroğlu’nun önüne çıkarılacak Mersin’de çarşaf yırtma/yakma, Bağcılarda başörtülüleri Rahibelerle özdeşleştirme afişleri, toplumsal sorunları çözüm için taşrada dillendirdiği hemen tüm ciddi meselelerde Ankara’ya dönünce çarketmesi ile öne çıkan ‘U’ dönüşlerinin “çarkçı başı”nın önüne bir çok faturanın konacağından hiç kuşkunuz olmasın. Dahası özellikle bir yandan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in diğer yandan yeni adıyla Akit (eski akit) gazetesinin gündemde tuttuğu Kemal Kılıçdaroğlu hakkındaki tüm “dürüstlük” imajını yerle bir edeceği şüphe götürmeyen geçmişi deşildikçe, siyaset arenası çok çok ısınacak.
Bu ısınacak süreçte sadece ter dökecek olan sadece Kılıçdaroğlu değil elbet. CHP’nin girdiği kaotik ortam da benim için çok önemli değil. Ama MHP’nin düşürüldüğü tuzak, sürüklendiği badire gerçekten üzücü. Neden mi?
Referandum sonrası MHP lideri Devlet Bahçeli ve ekibini bekleyen zor günler, muhalefet meydanlarındaki ortağı Kemal Kılıçdaroğlu’nun durumundan da kötü. Başta referandum öncesi Ramiz Ongun’un çıkışı, ardından MHP Kurucular Kurulu’ndan 16 kişinin imzasını taşıyan “Evet” çıkışı ve bu çıkışlara merhum Türkeş’in referans olarak birinci ağızlardan dillendirilmesi, Bahçeli ve ekibinin konumunu, siyaset anlayışını ve vizyonunu sorgulama masasına yatıracaktır.
1991’de Refah Partisi’yle ittifak yaparak Meclis’e giren MHP grubu, 1995’te MHP’den aday olan Devlet Güvenlik Mahkemesi savcılığından emekli Nusret Demiral’ın bir üniversitenin gençlerine siyasete neler getireceklerini anlatırken “MHP olarak ezanı yeniden Türkçe okutacakları” sözleriyle başlayan sarsıntı, o seçimde MHP’nin hüsranı ile bitti ve MHP Meclise giremedi. O gün Nusret Demiral’ın –üstelik güç yetiremeyeceği bir konudaki- densizliğine eş değer, bugün Devlet Bahçeli bir başka biçimde düşüyor; Başbakan Erdoğan’ı PKK ve Öcalan’la pazarlık yapmakla suçluyor. Elinde delil varsa, elbette suçlayabilir. Ancak, Başbakan’ın “ispat et, etmezsen şerefsizsin!” çıkışına, dolambaçlı, havada kalan hayali suçlamaları sürdürmekle, kendine yöneltilen keskin atağı savuşturmaya çalışıyor. PKK ve Öcalan söylemi ile doğrudan olmayan, dolaylı konulara girmesi de devlet arşivlerinden dışarıya sızan Ecevit, Bahçeli, Yılmaz üçlüsünün iktidarları dönemine ait Öcalan’ın idamını önleyen “Karar Metni” başlıklı ve üç imzalı belgeden alın da, Bahçeli’nin meydanlarda can düşmanı gibi gösterdiği Barzani ve Talabani Peşmergelerinin kullandığı silah, mühimmat, araç gereç, maaş ve hatta kıçlarına giydikleri dona varıncaya kadar, bu üçlü koalisyonun maddi ve manevi lojistiği ile bu günlere geldiklerini gösteren belgeler, Devlet Bahçeli ve ekibinin işini bir hayli zora sokacak gibi görülüyor. O ve ekibi bu işten sıyıramazlarsa, o zaman bunun faturasını geçmişte olduğu gibi yine parti olarak öderler.
Anayasa referandumunda CHP ve YARSAV gibi ulusalcıların peşine takılan MHP yönetimi geleneksel tabanından hızla uzaklaşmakla kalmadı, parti içindeki Devlet Bahçeli muhaliflerini de uyandırdı, güçlendirdi ve bir kez daha harekete geçecekleri sinyalini veriyor. Bahçeli ve ekibinin kendi kaderini CHP’nin referandumdaki başarısına/başarısızlığına eklemlemesini kendi tabanı bile –henüz yüksek sesle telaffuz edilmese de- tam anlayabilmiş değil. Bu referandum maratonunun oturtulduğu konsept, herhalde sonuçta Türkiye’den önce MHP’yi değiştirip dönüştürecek gibi görülüyor. “Evet”in Ak Parti ile, “Hayır”ın CHP ile özdeşleştirildiği bu maratonun sonunda, CHP’nin “tavşan kızları” pozisyonuna itilmiş bir MHP’nin önümüzdeki süreçte yanlış yerde duran, siyaseten yaralı ve hesap vermesi gereken bir yönetim olarak ortada kalacağına şüphe yok.
Hele bir de 2011 Genel Seçim sath-ı mailine girildiğinde bugün MHP ile kol kola görünen “ulusalcı”ların “milliyetçi”leri de CHP’e yönlendirmeyi kısmen başarmaları halinde, bazı şeylerin, en başta da kaçan oyların geriye dönüşü zor olacak ve MHP için siyasi atraksiyona kurban edilen bir baraj altı travması onları bekliyor olacak. Belki o zaman Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Oktay Vural ve çevresinae bu günkü sıcak kucak açmalarının gerçek maksadı da daha net anlaşılmış olacaktır.
Yorumlar kapalı.