Bu yazının konusunu, dünya edebiyatına ölümsüz eserler bırakarak aramızdan ayrılan büyük yazar Cengiz Aytmatov’un bize miras bıraktığı ve tek kelimede ifadelendirdiği bir deyimle özetlemek mümkün; Mankurtlar..
Geride bıraktığımız son iki haftaya damgasını vuran kültür sanat rezaletlerine eleştiri getirmek, o rezilliklere imza atanları teşhir etmekten öte, önce kendimize dönüp bakmak, sonra da bize sunulanları akıl, izan, inanç ve ahlak ölçekleri üzerinden tartışmak gerekir.
Konuyu en iyi özetleyen iki örnek üzerinden değerlendirelim. Görüşlerine atıfta bulunmak istediğim isimlerden biri 44 yıllık sinema yazarı ve eleştirmen, Sinema Yazarları Derneği’nin(SİYAD) kurucusu Atilla Dorsay, diğeri 40 yıllık hukukçu ve siyaset adamı Bülent Arınç.
Atilla Dorsay, medyanın en ağırlıklı ana uğraş alanı sinema ve türevleri olan sanat dallarında; Bülent Arınç ise, toplumun sosyo-psikolojisi, hukuk ve siyaset alanında olmak üzere, her iki ismin yaptıkları tüm eleştiri ve değerlendirmeleri en en yakınlarından en muhaliflerine dikkate alınan iki isim. İşte bu her iki ismin, televizyonlarımızın “dizi” etiketi vurarak topluma sundukları rezilliklere, toplumu mankurtlaştırma çabalarına bakışlarını paylaşmak istiyorum.
Bu yıl 17’ncisi Adana’da 20-26 Eylül’de düzenlenen Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nin geleneksel ‘Yaşam Boyu Onur Ödülü’ verilen ünlü sinema yönetmeni ve eleştirmen Atilla Dorsay, tecavüz, ensest ilişki, eşcinsel hayat ve şiddet olaylarını konu edinen dizilerle ilgili tartışmaya katıldı ve festivali etkinlikleri kapsamında Kurttepe Anadolu Lisesi salonunda öğrencilere sinema tarihini anlatırken gençlere yalvararak şöyle seslendi:
“Özel televizyon kanallarının programlarına rica ediyorum şöyle bir bakın. Diziler ve haberler başka hiçbir şey yok. Ne doğru dürüst bir film, ne bir kültür programı, ne belgesel var. Hiç bir şey yok. Diziler zaten saat 20.00’de başlayıp reklamlarla 2 saat 20 dakika sürüyor. Her gece iki tane olmak üzere yayınlandığı gibi ertesi gün sabahtan itibaren tekrar yayınlayan kanallar var.”
“Kitle kanalları topluma yalnızca bunu mu verir?” diye soran Dorsay, şöyle devam etti:
“Bu korkunç bir şey. Hepimizin her gün yazması eleştirmesi gereken bir şey. Ama tabii ki kimse yazamıyor. Bir kere her gazete kendi ait olduğu grubun programlarına saygı göstermek zorunda. Diyelim ki Sabah gazetesi, bu Kanal D’nin yaptığı nedir, böyle kepazelik olur mu diyemez çünkü aynı anlayış ATV’de de var. Medya olarak bu durumu yalayıp yutuyoruz. Gençler umarım yalayıp yutmazsınız. Siz gençler lütfen bu türlü yayıncılığa karşı çıkın. Bu saati başka şeyler için ayırın, kendinizi geliştirmeye, yetiştirmeye, bir kitap okumaya, klasik film izlemeye ayırın. Yerli dizileri lütfen izlemeyiniz, size yalvarıyorum. Bu çok büyük bir tuzak. Ben izlemiyorum ama bazı yaşlılar bu tuzağa düştük. Gençler katiyen bu tuzağa düşmemeli. Hiç izlemeyin, şart mı yani.”
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) Başkan Yardımcısı statüsüyle ev sahipliği yaptığı, Akdeniz Düzenleyici Otoriteler Ağının 12. Genel Kurulu, Devlet Bakanı Bülent Arınç’ın katılımıyla Legacy Ottoman Hotel’de yapıldı. Üye ve gözlemci statüsünde 18 ülkeden RTÜK benzeri 21 düzenleyici otoritenin oluşturduğu kurulda, “Medyada Kadın Temsili” ve “Küçüklerin Korunması/Denetim, Ortak Denetim ve Yeni Hizmetler” konuları görüşüldü. İki gün süren toplantıda konuşan Bülent Arınç, Bazı televizyon prodüksiyonlarında, cinsellik, şiddet, ayrımcılık, genel ahlak kurallarına ve toplumun moral değerlerine karşı son derece olumsuz bir dil kullanıldığını, şiddetin de cinselliğin de kadın üzerinden işlendiğini söyledi. Bu dilin kadınları ‘bedene’ indirgediğini ifade eden Arınç, “Bu kadını sömürmektir. Farklı kadınlık durumu ve yaşamları medyada temsil edilmemekte, kadın ya ataerkil roller içerisine sıkıştırılmakta ya da ihanet eden, yuva yıkan, marjinal bir çerçeveye oturtulmaktadır. Son dönemlerde ekranlarımızı dolduran yerli dizilerin nerede ise tamamında kadınlar ‘içi boşaltılmış, değersizleştirilmiş’ bir eşyaya dönüştürülmüştür. İhanet eden, evlilik dışı ilişkiler kuran, yuva dağıtan, temel değerleri hiçe sayan bir profil ile anne, hayat arkadaşı daha da ötesi herkes gibi bir insan olan kadın bütün bu masum ve kutsal özelliklerinden ayrıştırılmaktadır ya da tam tersi, dayak yiyen, zulme uğrayan, taciz edilen daha da ötesi dakikalarca tecavüze uğratılan, aşağılanan bir dil ile zavallı, acınası bir yaratığa dönüştürülmektedir.” diye konuştu.
Sayın Dorsay’ın da Sayın Arınç’ın da görüşlerindeki her cümlenin altına imza koyarken, durumun vahametini biraz daha somuta indirgeyerek yarın devam etmek üzere esen kalın diyorum.
Yorumlar kapalı.