Elinizde tuttuğunuz bu gazete, logosunda “Dünyada hiçbir hakikat kalmasın nihan” ilkesi ile yayınlanmakta. Belki birçok başka iddialı sözlerde konabilirdi logoya, ama yayıncılık tercih ve çerçevesi, hayatın salt gerçeğini kamu yararı olduğu sürece dillendirmek olarak benimsemiş.
Son yıllarda, özellikle basılı, görsel veya dijital medyada gerçeği arayanların sıkça referans gösterdikleri ve benimde çok benimseyip sevdiğim bir söz var; “Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.”
İşte o “kötü huyun” nüksettiği gerçeklerden birkaçını –yerimin elverdiği ölçüde- burada irdelemek istiyorum; geçtiğimiz haftalarda, Bugün gazetesi, 2007 yılında başlamış ama hiçbir ilerleme sağlanamamış bir soruşturmayı haberleştirerek, son yılların en büyük habercilik başarılarının imzası haline gelen Taraf gazetesinden geri kalmayacağını gösteren olağandışı bir habere imza attı. Bu sütunlarda daha önce de hakkında yazı yazdığım şu meşhur Milli İstihbarat Teşkilatı’nın bir telefon konuşmasını yakalaması ile başlayan Heron’lar olayı. MİT, topladığı istihbaratı, görevi delil toplamak ve adli dosya oluşturmak olan askeri savcılığa intikal ettiriyor, aradan geçen üç yıla rağmen soruşturmada hiçbir yere varılamamış. Bu işin bir boyutu. Aynı olayın bir başka boyutu, Milli Savunma bakanının da konudan haberdar olduğu.
Amacım kimseyi suçlamak değil ama, iddialar doğruysa, vatana ihanet kapsamındaki bu soruşturma yetki anlaşmazlıkları gibi hezeyanlarla sürüncemede bırakılıyor, üstelik konuyu gündeme getirenleri susturmanın yeni formülü olan, “Silahlı kuvvetlere karşı asimetrik psikolojik savaş uygulanıyor” teranesi ile hemen yürürlüğe konuyor, en üst perdeden Genelkurmay Başkanı tarafından töhmet altına alınıyorsunuz.
Bir diğer konu, son YAŞ toplantısının hazırlıktan bitime, ortaya çıkardığı abes ve çirkinliklerle örülmüş durum. O kadar çok şey var ki, bu köşelere sığmayacak, lime lime dökülen ve Türkiye Cumhuriyetinin devlet kurumlarına yakışmayan; herhangi biri bile bizi uluslar arası düzeyde istiskal etmeye, rezil etmeye yetip artıyor bile. Yargının, Anayasa suçu işledikleri iddiası ile haklarında işlem yaptığı TSK mensupları, Yargıya hesap vermemek için binbir türlü hastalık, yurtdışı görev, bozuk faks nedeniyle ulaşılamama gibi mazeretlerle Yargıdan kaçırılıyor, olmadı mı; dokunulmazlık zırhı giydirilmiş Orduevlerinde koruma altına alınıyor. Aynı madalyonun öbür yüzünde, bu koruma kalkanı arkasına alınmış birçok muvazzaf ordunun en üst kademesi için terfi listelerine alınıp YAŞ’da kriz konusu olarak gündemin ana unsuru haline getirilebiliyor.
Tüm bunlar olurken, sormak istiyorum; bu ülkede Milli Savunma Bakanı ne işe yarar? Kanunların kendine tanıdığı yetkileri kullanmak yerine, karşısına çıkan her türden problemin çözüm adresi olarak topu Başbakana atan bir Milli Savunma Bakanının görevi sadece protokolde boy göstermek, Bakanlık koltuğunu 23 Nisan çocukları gibi sembolik olarak doldurmak mıdır?
Şimdi bu soru karşısında öfkelenen okuruma kısa bir hatırlatma; Milli Savunma Bakanı, kanunların kendine verdiği bir çok yetkiden sadece “açığa alma” yetkisini kullanmış olsaydı, bu Ağustos sıcağı(!) gündem yaşanmazdı, yaşanmayacaktı. İsteyen açıp okusun.. ve yerim kalmadı; eğer iddialar doğruysa, “Başbakan’ı Arkadan Vurdular!( http://www.postmedya.com/news_detail.php?id=25767)” gibi çok çarpıcı ve vahim ötesi kulis bilgilerine adı karışan Başbakan’ın danışmanları Nabi Avcı ve Yalçın Akdoğan’dan askerlerin mutemet adamı Ali Nihat Özcan’a oradan Cemil Çiçek’e uzanan bir kuşatılmışlık içindeki Başbakan’a Allah sabır versin diyorum.
Ne kadarı doğru, ne kadarı yalan ve dezenfarmasyon ürünü bilinmese de,
sonuç itibariyle Sayın Başbakan’ın bir kuşatma altında olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Tıpkı 28 Şubat’ın bahşettiği Başbakanlığı döneminde Bülent Ecevit’in kuşatma altına alındığı gibi. Ecevit o kuşatma çemberini kıramamış ve bedelini ağır ödemişti. Umudum ve temennim Sayın Erdoğan’ın bu çemberi kısa zamanda fark edip kırması.
Yorumlar kapalı.