Bu referandumdan beklentim; sadece Anayasaya “Evet” denmesi değil. En az bunun kadar önemsediğim konu, Cumhuriyet tarihimiz boyunca köhnemiş bir ağalık sisteminin de çöküşü olacak. Bundan böyle, siyaset ağaları seçmenin iradesini cebinde varsayıp kasılamayacak, Türk seçmeninin bireysel tercihlerinde partisine de “Hayır” diyebileceğinin ilk eşiğini ve bu eşiğin aşıldığının oylandığı bir tarih olacak. Bir başka deyişle 12 Eylül tarihi, 12 Eylül’de yapılan darbeye karşı kendini darbe karşıtlığına konuşlandırmış bireylerin siyasi tercihini liderine, vekiline rağmen, her türden tavsiye, telkin ve manipülasyonlardan arındırma kabiliyet ve iradesine sahip olduğunu göstereceği bir dönüm noktası olacaktır.
Özellikle liderlerin son zamanlarda her gördükleri kameraya, kendilerine uzatılan her mikrofona “ben ve partim hayır diyecek” tafrası, giderek iktidarsızlaşan köhnemiş Ağa/Maraba kültürünün artık sona ermekte olduğunu, bu referandumun birey hayatına neler kazandırıp, neleri geride bıraktıracağına ilişkin bilinç düzeyi, şimdiye kadar olmadığı bir seviyede seyrederken “ben ve partim” diye başlayan cümlelerin kapsama alanı, sadece kendileri, partisinin politbüro avanesi ve belki ufak bir kısım parti fanatiğinin tercihine yansıyacak, ama toplumda yaygın bir karşılık bulamayacaktır.
Bu kanıya bir örnek; 16 temmuz 2010 gecesi Kanaltürk tv’deki siyasi bir tartışmaya telefonla bağlanan bir Araştırma kuruluşunun sahibinin sunduğu bilgiler arasında bana en çarpıcı geleni; liderlerin beğenilmesine ilişkin sonuçlardı. O sonuçta, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Ak Parti lideri Başbakan Recep Tayip Erdoğan’la kafa kafaya bir oy almış olduğu ifade edildi. Bence bu doğal, olabilir. Hatta daha ileri de geçebilir, onu da doğal bulurum. Beni hayret ettiren unsur; araştırmacının söylediği ve rakamlara döktüğü, “Kemal Kılıçdaroğlu’nu beğenenlerin %35’i Ak Partili seçmen” tespiti. Bu tespitin, siyasi performans değil, sosyal bir algı olduğu vurgulanmış olsa da, bana çok enteresan geldi ve 12 Eylül referandumuna ilişkin bağımsız bireysel tercihlerin partileri aşacağı, burada beğeniden çok belki siyasi performans ve inandırıcılığın öncelik taşıyacağını ifade edebilirim.
CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun 50 yıldır kendilerini bir vasi gibi koruyup kollayan Yüksek Yargı kalesinin surlarında gedik açan bir pakete “Hayır” demesini de anlıyorum. Kendi ideolojik tabanının mutlak yapıştırıcı ve koruyucunu yitirmeye elbette seyirci kalamazdı. Tabanından inandırabildiği kadar seçmenle “Hayır” diyecek, desin.
Partisi aç-kapa, aç-kapa yalama olmuş, İmralı Sarayında oturan Abdullah Öcalan canisinin buyruğu ile BDP’nin boykotu ne kadar tutar, sandık çevresi yeterince korunduğu takdirde Güneydoğudan nasıl bir “Evet” tokatı yer, bunu da o günlerde hep beraber göreceğiz. Gözü kapalı en başta “Evet” demesi gereken BDP, bir caninin kaprislerine kurban edildiğini ve bu kurbanlık oyununu aşamadığını, iradelerinin ipotekli olduğunu bir kez daha göstermiştir. Onaylamasam da, onları da anlıyorum ve acıyorum.
CHP, MHP, BDP Üçlü ittifakında MHP’nin neden yer aldığını başındanberi anlayabilmiş değilim. Bu tavrı, kronik statüko muhafazakarlığı ile izah etmek yetersiz kalıyor. Demokratik değişime kapı aralayacak bu değişiklik paketindeki maddelerin hangisine neden karşı çıktıklarını Sayın Bahçeli bu millete, Ak Parti’ye karşı duyduğu sınırsız kin ve nefretle bağıra çağıra değil, topu topu 26 maddeden ibaret bir değişikliği anlatmaktan aciz olamaz. CHP ve BDP ile kol kola cephe oluşturmasının varsa sebeplerimi tane tane anlatmalı. Bunu anlatmaktan niçin köşe bucak kaçıp, bağırıp çağırmasındaki mantığı anlayamıyorum.
Yorumlar kapalı.