Havadaki bumerangın kimi vuracağını bilmek için dahi olmaya gerek yok; bumerang havada kaç kavis çizerse çizsin, kimleri yaralarsa yaralasın, onun asıl hedefi kendini fırlatan elin sahibidir. 2002’denberi sayısız kereler şahit olduk, en yaralayıcı olanları 2007’lerdeki toplumsal “kalkışma” denemeleri, AK Partiyi kapatma/bitirme davası, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı seçiminin önünü tıkamak için Erdoğan Teziç’in sonradan ortaya saçılan ses kayıtlarına göre, “Susurluk” benzeri bir kaza dahil bir çok ürkütücü plan ve senaryonun, Danıştay baskınının üzerinden daha birkaç saat geçmeden Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan’ın dahiyane tespiti(!) ile anında dincilere yüklenmesi ve ta 2003’lerden günümüze ardışık olarak güncellendiği artık gizlenemez duruma gelen Darbe planları…
Daha sayayım mı bilmem; herhalde bu kadarı bile, aradaki ikincil derecede olan yavru bumerangları hatırlamamıza yeter. Örneğin Anayasa Mahkemesinin, Parlamentonun yetkilerini gasbettiği kararları, Danıştay’ın yürütmenin her icraatını mercek altına alıp yüzde 96’lık rekor seviyelerde “yürütmenin durdurulması” veya “yürütmenin iptali” kararları, HSYK’nun dominant bir siyasi kurum imiş gibi icra organını felç etmenin tüm argümanlarını keyfi yorumlarla toplumsal ayrıştırma ve ötekileştirme çabalarını da ilk paragrafta sıraladıklarıma ekleyebileceğimiz yavru bumeranglar olarak tespit etmek, aynı zamanda legal siyasi muhalefetin “arka bahçesi” işlevini de anımsatmamız lazım.
Hepimizin “Peygamber Ocağı” ön kabulümüze karşın, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir türlü ayıklamayı başaramadığı çürük elmaların, tüm TSK’nın toplumsal güvenini aşındırdığı gerçeği de yine madalyonun aynı yüzünde görülen büyük resmin bir parçası.
Şimdi bumerangın geri dönüş sürecini yaşıyoruz. “cambaza bak” diyerek asıl tehlikeyi gözden saklamaya çalışan, Ergenekon’u, Kafes’i, Balyoz’u, siyasete müdahale planını yok sayan, “Sivil Darbe” tehdidinden bahseden şarlatanlıklara imza atan utanmazların, vicdansızların, kendi toplumuna asimetrik psikolojik savaş açan yazar çizer takımının foyasını yine aynı kulvardaki hafızasını henüz yitirmemiş gazeteciler bir bir sıralıyor.. iyi ki onlar var…
Bunlardan en net çıkış, Usta yazar Umur Talu’nun daha birkaç hafta önce(03 Mart 2010) Haber Türk’te yayınlanan “Yanılmak… Yanıltmak ve Utanmak!” temalı çok sert analizine dayanarak isim isim sıralanan örneklerine baktığımızda, karşımıza çıkan koronun as elemanları hep aynı söylemi dillendirmişler. “Umur Talu bu sözleri kime söyledi?” sorusunun cevabını araştıranların tespitlerine göre, Türkiye gündemine 12 Haziran 2009’da bomba gibi düşen ve “ıslak imza makinesi bile var” iddialarının ortaya atıldığı “İrticayla Mücadele Eylem Planı” tartışmasına son noktayı Genelkurmay Askeri Savcılığı koydu. TÜBİTAK, Adli Tıp, Emniyet Kriminal’in ardından Jandarma Kriminal’in de belge için “orijinal” raporu vermesinin ardından Genelkurmay Savcılığı’nın Çiçek’in tutuklanmasını istemesi, belge ile ilgili tartışmaları bitirdi. Albay Dursun Çiçek’in ıslak imzalı belgesi için 8 ay boyunca ‘sahte’ diyerek meselenin üzerini örtmeye çalışanlar, Askeri Savcılığın kararından sonra sus pus oldular.
Kısmet olursa, yarın “Bumerangın Gidişi”ni, ondan sonra da “Bumerang’ın Dönüşü”nü irdelemeye devam etmek dileği ile esen kalın.
Yorumlar kapalı.