Danıştay saldırısının kirli yüzü!.. – ikinci bölüm
Bu seri yazının dünkü ilk bölümünün hem girişinde hem de sonunda ifade etmeye çalıştığım gerekçelerle, meselenin düne ait bilgilerine istiflenecek bir yığın bilginin bir kısmını daha dün bıraktığımız noktadan devam ettirelim:
Danıştay saldırganı tetikçi avukat Alparslan Arslan’ın, hedefi saptırmak amacıyla aracında Vakit gazetesini görünür bir şekilde bırakması kadar, daha maktulün kanı sıcakken, cinayetten dakikalar sonra hedef saptıran Danıştay üyesi olarak ortaya atılan Tansel Çölaşan’ın açıklamaları, bugün deşifre olan olayların o günkü aşamada nasıl bir ince planlamanın ayaklarını oluşturduğunu da tarihçiler eminim irdeleyeceklerdir.. ve yine tarihçiler olayları yorumsuz olarak ele alırlarsa, bazı medya organlarının da nasıl bir ortam hazırlamaya kalktıkları, olaydan hemen sonra servise koydukları haber/yorumları da, meydana getirdikleri tahribatın boyutlarını da görüp geleceğe nakledecekleri gerçeğinden hareketle şunları ifade etmek lazım;
Toplumu provoke eden haberlerin zamanlaması ve dozu, artık ön plana çıkmış; sürte gerisinden ateş etmek yerine cami avlularına kadar taşınan bindirilmiş kıtaların “Laiklik elden gidiyor” hezeyanlarını tahrik edecek ortamı hazırlayan başlıklarla gerilim dozu sürekli artırılıyordu. O günlerden hafızalara kazınan birkaç örnek:
aydın Doğan’ın Hürriyet’i “Kaşıya kaşıya”, Milliyet’i “Laikliğe kurşun”, Radikal’i “Yargıya Türk-İslam sentezci saldırı” ve Vatan’ı “Yalnız değildi” manşetlerini atarken Turgay Ciner’in sahipliğindeki Sabah gazetesi de “Hedef manşetten, kurşun avukattan” başlığı ile Danıştay’daki bazı davalardan dolayı eleştirel yayın yapan Vakit gazetesini doğrudan suçluyordu.
Danıştay saldırısından hafızalarımıza kazınan gazete başlıklarını bir başka yazımda dile getirmiştim. O dönemin en etkili gazetesi ve aynı zamanda grubunun “Amiral Gemisi” olarak nitelenen Hürriyet gazetesi, Genel Yayın Yönetmeninden Başyazarına, köşeleri paylaşmış laisizm biatçılarından magazin yazarına topyekun saldırı emri almışçasına en olmadık konuları bile kalemlerine dolayıp sözü “Laiklik elden gidiyor” söylemine bağlıyor, pervasızca saldırılarını devam ettiriyorlardı.
“Amiral Gemisi” Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, “Türkiye’nin 11 Eylül’ü” diyerek en acımasız tespit ve teşhisi ile, “Bugüne kadar hiçbir hákim veya savcı, dindarların lehine karar verdi diye cinayete kurban gitmedi. Ama Danıştay’ın türbanla ilgili kararını veren beş üyesi, toptan katliam saldırısına uğradı” diyerek kendine biat etmiş ne kadar kalem varsa, onlara ateş edecekleri hedefi işaretliyordu. Bununla da yetinmedi, “Türk yargısı dün çok ağır, o kadar da tehlikeli bir saldırıya uğramıştır. Adını da bütün açıklığı ile koymamız lazım. Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin “11 Eylül”üdür. Rejimin temel direklerinden biri olan yargı tam kalbinden vurulmuştur.”
”Bu sembolleri kaşımanın zararını çok açık biçimde görüyoruz. “Bunun türbanla ne alakası var” demeyin. Dini semboller kaşındıkça, onun kullananların işi kolaylaşıyor. İster dini amaçla yapılsın ister başka emellere hizmet etsin, sonunda bu bahaneyi üreten tek etken, “dinin siyaset alanına sokulmasıdır” söylemini grubun tetikçiliğini yapan Danıştay Savcısı Tansel Çölaşan’ın eşi Emin Çölaşan, inanan insanlarımıza karşı en gaddar düşüncelerini her vesile ile ortaya koyan Bekir Coşkun ve gazetesinin değişmez Başyazarı Oktay Ekşi’ye bir yol haritası olarak ortaya koyuyordu.
Yorumlar kapalı.