Aslında bugün, henüz Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Onay öncesi incelemesini sürdürdüğü, Anamuhalefet partisinin başını çektiği 110 milletvekilinin –Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın deyimiyle Anamuhalefet/Anayasa Mahkemesine taşımak için teyakkuzda beklediği; Anayasa değişim paketine referandumda olumlu oy vereceğime ilişkin “İhsas-ı Rey”imin gerekçelerini yazmayı istiyordum. Fakat yaklaşmakta olan bir tarihi dönüm noktasında yaşadıklarımızı anmaya öncelik vermem gerektiği düşüncesiyle, Anayasa paketi konusundaki yazımı ertelemeyi uygun gördüm.
Bir cinnet atmosferinin yaratılmak istendiği 17 Mayıs 2006 Danıştay saldırısının yıldönümü yaklaşırken, durup geriye bakma; nelerin istendiği/amaçlandığı, nerelere varıldığı/nelerin bulunduğu, akın karadan ayrıştığı bir alacakaranlıktan gün aydınlığına siluetlerin netleştiği aşamaları birkaç gün sürecek bir yazı dizi ile adım adım okurlarımla paylaşmak istedim. Gerek hafızalarımızda yer etmiş, gerekse tarihe not düşülmüş bilgileri derleyip toparlayarak 21. yüzyılın başında iken toplumumuza yaşatılan bu menfur travmanın kodlarını ana hatları ile bir kez daha hatırlama ve hatırlatma ihtiyacından hareketle bu derlemenin sabırla irdelenmesini okurlarımın takdirine bırakıyorum.. bu yazı dizisi 17 Mayıs’ın arifesinde noktalanmış olacak…
Öteki dediler olmadı, beri dediler olmadı, yobaz dediler, irtica geliyor çığlıkları attılar olmadı, ülkeyi Zenci Türkler işgal ediyor dediler olmadı, olmadı, olmadı.. topluma yaymak istedikleri kin ve nefret tohumları arzu ettikleri yaygınlıkta tutmadı. Kendi ektikleri zehirli tohumların meyvelerini kendileri topladı. Kendi kin ve nefretlerinde boğuluyorlar şimdi.
Neden mi bahsediyorum; hani şu meşhur, meş’um ve menfur Danıştay saldırısından bahsediyorum. Tük ülkenin bugün deşifre olan mihrakların eliyle içine sürüklendiği gerginlik sürecinde tüm Türkiye’nin yüreğini ağzına getirmişti. Adım adım tırmandırılarak Zenci Türklere “öldürücü darbe”nin vurulması için her şey hazırlanmıştı.
Cumhurbaşkanlığı seçim tartışmalarıyla sinirleri gerilen Türkiye, 17 Mayıs 2006’da kanlı Danıştay cinayetiyle sarsıldı. Sarsıntının boyutları Ankara’da deyim yerindeyse tam bir deprem etkisi yaratırken tıpkı depremlerde olduğu gibi toplum bir fay kırığının öte ve beri yanında ikiye bölündü. Artçıları halen süren bu depremden geriye kalanlar üzerinde incelemeler devam ederken, o günlerden bugünlere yansımalarını hatırlayıp, gelecek kuşaklara ibret vesikaları bırakma borcumuzun bir bölümünü olsun ödemek için geriye dönüp, gördüklerimi not edeceğim.
Gelecekte o günleri yazacak olan tarihçiler, herhalde bugün “Ergenekon” diye adlandırılan yapılanmanın o dönemde üstlendiği görevin kapsamı kadar bir taraftan katilin fikren, ruhen ve fiziken hazırlanması kadar Danıştay’ın güvenliğini sağlamakla yükümlü güvenlik şirketinin menşeini de, bölgeyi tam cepheden gören Orduevi’nin kameralarının o gün çalışmamasındaki kör tesadüfü(!) de birlikte değerlendirmeleri gerekir. TÜBİTAK’ın ortaya çıkardığı, ancak o dönemde güvenlik şirketinin “çalışmıyor” dediği güvenlik kameralarının aslında çalıştığı ve kaydedilen görüntülerin sonradan izlenerek ilgili yerlerin temizlendiğine ilişkin teknik rapor, meselenin karanlık boyutuna tutulmuş bir ışık demeti gibi.
Yazımın girişinde de ifade ettim gibi, bu analizi seri halinde birkaç günde ancak toparlayabileceğim notumu bir kez daha ifade edeyim. Yarın devam etmek dileği ile sevgiler, saygılar..
Yorumlar kapalı.