İnsan,
Yüce Allah’ın yeryüzünü imar etmesi, birçok yaratılmışı idare etmesi ve
kendisine yeryüzünde halife olması için yarattığı değerli bir varlıktır. Yüce
Yaratıcı, yaratma sanatının inceliklerini ve letafetini insanda toplamış, insanı
yaratılmışların en şereflisi kılmıştır.
İnsan
nesli mükerrem kılınmış, en güzel bir biçimde yaratılmış, iyiliklerde
yarışsınlar diye aralarında farklılıklar oluşturulmuştur. Allah tarafından
insana verilmiş olan can kutsal kılınmış, dokunulmaz ilan edilmiştir. İnsanlar
arasındaki hukuku düzenleyen birçok ilahi mesaj Kuran’da yer almıştır. İşte
böylesi değerli olan insanın belli hakları vardır. Bu haklara “İnsan hakları” denir.
Beş
şeyin muhafazasını emreden dinimiz, canı, malı, nesli, aklı ve dini değerleri
korumayı hedefler. Bunların hepsi insana doğuştan verilmiş haklardır.
İnsanoğlu
her şeyden önce insan olduğu için değerlidir. Haklarına saygı göstermek icap
eder. Bu insan Müslüman ise bir kat daha saygındır. İyi ahlaklı bir Müslüman
ise, Allah’ın yeryüzünde yarattığı en saygın varlıktır. İnsanlar birbirinin
hakkına hukukuna saygılı oldukları müddetçe Allah’ın sevgisine ve rahmetine
mazhar olurlar. Bunun aksi olduğunda ise, insan için ne dünyada huzur kalır, ne
de ebedi âlemde merhamet görür.
Aynı
asır içinde iki defa dünya savaşı gören insanlık âlemi ancak 1948 yılında
“İnsan hakları evrensel beyannamesi” yayınlamıştır. Ancak inanç ve ahlak buhranı
içindeki insanlık, içindeki kin ve nefretten kurtulamamıştır.
İnsan haklarının önündeki en büyük engel,
emperyalist ve egoist düşüncelerdir. Dünyamızda hâkim olan bu bencil düşünceler
insanların sadece kendisini düşünüp başkalarını dışlaması olgusunu oluşturuyor.
Yeryüzünün bir kısmında veya mahallelerin bazısında insanlar ihtiyaçtan
kıvranırken, diğer tarafta lüx otellerde gösterişten başka hiç bir işe
yaramayan iftar sofraları ve benzerlerinde hep kul hakkı, insan hakkı ihlalleri
bulunmaktadır.
Müslüman halkın sorunlarını, geçim
sıkıntılarını devamlı çoğaltarak, adeta kula kulluk etme seviyesine gerileten
illet de yine bu anlayıştan başkası değildir.
Hukuk karşısında eşit olma ilkesi
vazgeçilmez bir ilkedir. Bu ilke yaralandığı zaman insan hakları da kalbinden
yaralanır. İnsanoğlu hakka saygılı olmayı içine sindirdiği zaman hedefi
tutturacaktır.
Bugün
dünyamızda insan haklarından bahsederken ikiyüzlülüğün çirkinliğinden kendini
kurtaramamış olanların lafları inandırıcı olmaktan uzak görünmektedir.
Asırlar
öncesinden Hz. Peygamberimiz Aleyhisselam, İnsanların canı, malı, ırzı ve
namusunu kutsal ve dokunulmaz ilan ederek, insanların üstünlüklerinin ancak
Allah’a karşı gelmekten sakınmakla olabileceğini ilan etmiş, Kul hakları
konusunda bizleri ikaz etmiştir.
Bizim
kültürümüzde de “Yaratılanı hoş gördük
yaratandan ötürü.” Felsefesi hâkim kılınmaya çalışılmıştır. “İnsan insanın
kurdudur.” Şeklindeki bir anlayışın yerini, “İnsan insanın aynasıdır.” Anlayışı almıştır. Bu anlayış insan
haysiyetinin açığa çıkmasını sağlamıştır.
Bir
Müslüman olarak bizim dini hukukumuz ikiye ayrılır. Bunlar Allah hakkı ve kul
hakkıdır. Kul hakkı deyince de insan hakları anlaşılır. Toplu olarak
yaşadığımız bu hayatta her insanın hakkına hukukuna saygılı olmamız, zulümden
uzak, adalet içinde haksever biçimde yaşamamız bizleri iyi insan ve iyi
Müslüman haline getirecektir.
Hz. Peygamberimizin “Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği bir şeyi, din kardeşi
için de sevip arzu etmediği müddetçe imanı olgunlaşmaz.” sözünü
hatırımızdan çıkarmayalım. Yine
Peygamberimizin “Her hak sahibinin
hakkını veriniz.” Talimatına uygun yaşamaya çalışalım.
Her
hak sahibine hakkının verileceği büyük gün gelmezden evvel, hakkın ayakta
tutulması konusunda duyarlı olalım. Zulmün karanlıkları etrafımızı sarmadan
Hakk’ın aydınlığına talip olalım.
Yüce
Allah şöyle buyuruyor:
“And
olsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık. Onların karada ve denizde
gezmesini sağladık. Temiz şeylerle onları rızıklandırdık Yarattıklarımızın pek
çoğundan üstün kıldık.”(İsra Suresi.70)
Muhsin ÖZDEMİR
Yorumlar kapalı.