KALPLER, ANCAK ALLAH’I ANMAKLA HUZUR BULUR
Bir
Arap özdeyişinde şöyle denmektedir: “Dirinin nefesleri, eceline atılan
adımlarıdır.” Bu sözün benzerini her insan düşünebilir hatta kendi cümleleriyle
de ifade edebilir. Buna mukabil her an bu şuurla mı hareket eder dersen ondan
emin değilim. Eğer bu gaflet bize hâkim olmamış olsaydı, her birerimizde her
daim Allah’ı memnun etme gibi bir düşüncemiz olurdu. “Her canlı, ölümü
tadacaktır”(Âl-i İmrân, 185) ama bu ayet bizim üzerimizde ne kadar etkilidir. İşlerimizi
ölüm ötesine hazırlık kabilinden mi işleriz. Verilen salalar bir gün bizim için
de verileceği düsturuyla mı hareket ederiz? Ölüm, lezzetleri kesen ölüm bize ne
kadar yakın veya ne kadar uzaktadır?
İnsan,
ruh ve cesetten oluşan, maddi ve manevi yönü olan şuurlu bir varlıktır. Hem
nefis taşır ki onun azığı şehvettir hem de vicdan ve gönül sahibidir ki onun
azığı ise muhabbettir. Şehvetinin yani nefsinin esiri olanlar, şehvetinde
kurbanlarıdır. Onların hayvandan farkları olmaz hatta hayvanlık mertebesinden
bile aşağılara düşebilirler. Değerleri de olmaz. Çıkarları ve menfaatleri her
şeyin üstündedir. İsterse tırnak kadar menfaatleri yüzünden dünyayı kana
bulayabilirler. Dünyanın fani, ahretin ise baki olduğu onlar için çok da önemli
değildir. Anı yaşarlar ve anı hazla, zevkle yaşamayı, haz ve zevklerine engel
gördüklerini de ortadan kaldırmayı vazife bilirler. Tûl-i emel sahibi olmak,
bitmeyen hırs, tamahkârlık, doyumsuzluk, kanaatsizlik onların başlıca
özelliklerinden biridir.
Zamanımızın
obozite olmuş, madde ve para ile gözü dönmüş, dünyalıkların esiri olmuş
insanının, nefis ile olan imtihanı çok çetin geçmektedir. Hata müslüman
kapitalisler, para babaları baronlar, karteller birbirleriyle dünyalıklarla
yarış yapmaktadırlar. Parası kadar adamlar, makamı kadar adamlar, biniti kadar
adamlar türedi. Bu tipler kendilerini dine uyarlayacakları yerde dinlerini
kendilerine uyarlama cihetine gittiler. Kapitalist tüketim alışkanlıklarının da
etkisiyle içinde yaşadığımız hayat tarzı, insanlara neredeyse çekilmez hale
getirdi. Dünyamızın ve özellikle islam coğrafyası kırmızıya boyandı. Ocaklar
değil evler ateş içinde kaldı. Analar sadece cenazelerine değil, ölen insanlığa
da gözyaşı akıtıyorlar. Ölenler sadece masum çocuklar değil, insanın masumiyeti
de öldü. Hayata hayat veren vicdanlar da öldü. İslam kardeşliğinin mayası
muhabbette öldü. Ölenler öldü lakin yaşar gibi görülenler de birer hayalet
kesildi. Kararan evlerin camları değildi. Kararan vicdanlar ve vicdanlarla
beraber insanı aydınlatan hakikat güneşidir.
Bunun çözümü yok mudur? Elbette
ki vardır. Sevgi kaynağımız kur’an ve Sünnet merkezli bir insan inşa edilecek,
vahyin eğittiği insanlardan bir toplum dirilecek, o toplumun hakim olduğu
yerlerden kan ve göz yaşı dinecektir. “Yarın elbet bizim elbet bizimdir; gün
doğmuş gün batmış ebed bizimdir”
Şimdi
gönül ülkesinin şehrinde saadet ikliminde yeni bir medeniyet kurmak için
gerekli olanları konuşalım. Rasül-ü Ekremin(sav) lisanıyla ve duasıyla: “ Yarabbi bizi seni hakkıyla zikredebilen ve
hakkıyla şükredebilen ve en güzel ibadeti yapabilen kullarından eyle.”
“Zikir, şükür ve ibadet” bu üç başlığı beraberce inceleyelim ki kadrimiz
bilinsin, kadre erelim. Dünyamız kıymet bulsun, bizler de Rabbimizin katında
kıymet bulalım.
Yorumlar kapalı.