Nefsin mertebeleri vardır. Bunlardan iyi olanları rıza makamı,
Mutmainne, marzıyye ve Nefsi Kamile makamları vardır. Rıza makamı, Allahtan ve
verdiklerinden razı olma halini anlatır ki, tam bir mümin halidir. Rıza
makamındaki insan kalbinin, başa gelen hadiselerle sarsılmaması ve kaderin
tecellileri karşısında huzur duyması veya en azından şikâyetçi olmaması
demektir. Başka bir şekilde izah etmek
istersek, başkalarının üzülüp müteessir oldukları hususlarda, şaşırıp dehşete
düştükleri olaylarda bir teslimiyet hali görünür. Rıza, Allah’ın kaza ve
takdirlerine, acı ve kederlerine gönül hoşnutluğuyla karşılıkta bulunmaktır.
Rıza
yolu, bir manada kulun tercihi ile oluyor gibi görünse de aslında Allah’ın
kullarına hibesi olduğu aşikârdır. Çünkü kul rızayı ilahiyi Allah’tan ister ve
Allah da ona, istediği şeyi hibe eder. Bu şekilde kula bir lütufta bulunmuş
olur.
Rıza-i
İlahi, tevekkül ve teslimin nihayetinde bir makam olarak görülebilir. Ancak
orada kalmaz, oradan öte bir yerde durur. “Kahrında
hoş lütfumda hoş” diyecek bir yere yükselir. “Sen benimle olduktan sonra” ve “sen
benden razı olduktan sonra hiç biri umurumda değil” diyecek bir teslimiyet
inşa eder. İşte rıza makamında bulunmanın diğer adı teslimiyet oluverir.
Efendimiz
buyurdular ki: “Allah’ı Rabb, İslâm’ı
din, Hz. Muhammed (sav)’i de Nebî kabul edip razı olan îmânın zevk-i
ma’nevîsini tatmış olur”İmanın kabulünden sonra bir de razı olması aslı
zatında imanın olgunlaşması demektir.
Rızayı
nasıl ölçer insan? İlah olarak Allah’tan razı olmak; O’nu sevmek, O’na karşı
saygılı olmak, O’na yönelmek, yalnız ona ibadet edip, beklediklerini de yalnız
O’ndan beklemek ve istemek Rabbimizin ilahlığından razı olmak demektir.
Rab
oluşuna rıza ise, kul olarak hakkımızda ne tür tasarrufta bulunursa, gönül
rahatlığıyla karşılamak, başlangıcı yüzümüzü buruştursa da sonu itibarıyla
sürur vereceği için sabretmek ve beklemek şeklinde olacaktır. O’nun yaptığı her
şeyden hoşnut olmak şeklinde tezahür eden rıza terbiye edici olarak ancak ol
Zatı Zül Celali kabul etmesidir.
Allah
Resulünün elçiliğine rıza ise, bilâkaydu şart O’na teslim olup, O’nun sevgisini
ve getirdiklerini, kendi hevâ ve hevesinin önünde tutmak, sünneti seniyyesini
gönülden kabul etmek, onunla bütünleşmek, onun varlığında kendi varlığını yok
etmektir. O kutlu nebiyi canından aziz bilmektir.
İslâm’dan
razı olmak ise, “ Her kim İslâm’ı bırakıp da başka dîn ararsa, o asla kabul olunmaz”
(Âl-i İmrân, 3/85) esasından hareketle, dînin, ferdî, ailevî, içtimâî, idârî,
ahlaki hukuki, imani, ve ameli, hayata dair yapılmasını istediklerini
bilakayd’ü şart kabul edip amel etmektir.
İnsan
ancak, îmânının derinliği, amelinin ciddiyeti ve ihsan şuurunun enginliğiyle,
tevekküliyet, teslimiyet ve işlerin sonucunu Allah’a bırakma (tefviz)
basamaklarından çıkmakla rıza makamına ulaşabilir. Elbette bu makam zor bir
makamdır. Ulaşılması da kolay değildir. İnci ve mercanda derinlerde bulunur.
Zor olanı başaran insandır kendisinden razı olunan kişi. Yoksa basit ve bayağı
olanda kıymet yoktur.
Rıza
makamında ciddiyet, samimiyet, hasbilik(beklentisizlik), ihsan ve şükür gibi mertebeler
vardır. Razı olan kul ciddi bir kuldur. Her işinde bir mukavemet ve bir
dayanıklılık söz konusudur. Pamuk ipliğine bağlı, bayağı ve basit işleri olmaz.
Yaptığı her işi, işin sahibine beğendirme duygusundadır. Onun için, işinin
evveli besmele sonu ise hamdele ile biter. Samimidir. Fiilleri, yapmacıktan,
riyadan süm’adan, şekilcilikten, yapaylıktan uzaktır. Hasbidir, çünkü yaptığını hasbenlillah yapar.
Onun içinde yaptığı işlerde kullardan bir karşılık görmese de hemen toparlanır
ve işinin ardına düşmez. “Allah içindi, onun adına yaptım, kullar ne derse
desinler, hiç umurumda değil” der. “Hasbiyallah” derler ve geçerler. İşlerini
“bir gören var” düsturuyla görürler ve her türlü nimete ve ikrama da
şükrederler.
Rıza
makamı insandan insana da değişkenlik gösterir. Bu avamda, haklarındaki ilâhî
takdire, itiraz sayılacak söz ve fiillerden uzak durma şeklinde olurken; Dini kavrama ve ilimde derinliği olanlarda
ise kaza ve kaderden gelen her şeyi gönül rahatlığıyla karşılayabilme erdemi
şeklinde tezahür eder. Rabbimizin kelamında bu şöyle izah edilmiştir: “ Ey itmi’nâna ermiş nefis! Dön Rabbine O
senden hoşnut sen de O’ndan hoşnut olarak. Dön de gir kullarımın arasına ve
ardından da cennetime”(Fecr, 89/27-30)
“ O her şeyin Rabbiyken, ben Allah’tan başka
bir Rabb mi arayacağım?” (En’âm, 6/164) ve “ – De ki: Gökleri ve yeri yaratan,
yediren-içiren ve yiyip-içmeye muhtaç olmayan Allah’tan başkasını mı Rabb
edineyim?”(En’âm, 6/14
Belki rızayi ariflerin rızası, esfiyanın rızası enbiyanın
rızası şeklinde de tasnif etmek mümkündür. Lakin bizler boyumuzu aşacak
konulara girmek istemeyiz.
Yorumlar kapalı.