Yüzyıllardır farklı inançlar ve kültürler tarafından yerine getirilen, derin anlam taşıyan ve bireyleri manevi boyutta zenginleştiren bir ibadettir oruç. Bu kadim ibadetin insan hayatındaki yeri ve önemini anlatmakla bitiremeyiz. İnsan bedeni açlıkla terbiye edilir fakat ruh, açlıkla yücelir. Sofraların tenhalaştığı vakitlerde kalbin içindeki sesler de çoğalmaya başlar. Hakikatte oruç, insanın en fazla çoğaldığı zamandır. Sadece aç kalmanın değil, dünyanın ağırlığından sıyrılmanın da bir yoludur.
Oruçtan maksat fıkhi ölçünün kuralılarına uymak da değildir sadece. İnsanın kendisine ne olduğunu, ne için olduğunu hatırlatmasıdır da bir bakıma. Sadece beden değildir, ruhtur insanı insan yapan. O bir varoluş biçimi. Gün boyu süren suskunlukta, içinden konuşanın yolculuğudur. Alışkanlıkların örttüğü benlikten kurtulma hali. Kalabalıkların içinde Allah ile kalmayı öğrenme eğitimidir. Oruçlu kimse nefsin arzularını susturup ruhun arzusunu işitmeyi öğrenir. Açlık, belki de en eski dildir insanla Rabbi arasında. Tıpkı bir misafirin sofradan çekilmesi gibi, nefsin de isteklerinden çekildiği bu vakitlerde, kalbin kapısı hikmete doğru yavaşça aralanır…
Fıkıh ölçüsüyle orucu bozanları biliriz. Lakin ibadetlerin usulü kadar esası da vardır. Sevabı kadar ruhlara tesir etmesi de söz konusudur. Orucun mana yönünden içini boşaltan, sevabını azaltan ve onu salt bir açlığa mahkûm eden durumlardan kaçınmak da önemlidir. İbadetlerimizi şekil olmaktan kurtarıp manevi bir yolculuğa çıkarmak insanı tedavi edecektir. İşte oruç bu yönüyle değerlendirildiğinde, susarak konuşmanın, aç kalarak doymanın sanatıdır. Ve her akşam iftar vakti, yalnızca midelerin değil, ruhlarımızın da bayramıdır. Sadece soframızdaki nimetlere değil, içimizde büyüyen o sessiz yakınlığa da şükretmemiz gerekmiyor mu?
Bu yüzden oruç ve iftar, bedenin bayramı değil, ruhun şölenidir. Öyle bir şölen ki, ne kadar az yersek o kadar çok doyarız. Sofraların zenginliği değil, kalplerin yumuşaklığı kıymetlenir. Az konuşuruz, ama az kelimenin içinde çok anlam taşırız. Sabır, şükür, dua, nimet ve teslimiyet hepsi aynı sofrada buluşur. Günler boyu süren bu terbiye, neyin gerçekten sevilesi olduğunu ruhumuza fısıldar. Suya, ekmeğe, bir lokma yiyeceğe bile bambaşka bir gözle bakmayı öğreniriz. Zira oruç, sahip olduklarımızı değil, muhtaç olduklarımızı hatırlatır. Ve insan, aslında Rabbinden başka hiçbir şeye muhtaç olmadığını anladığında, orucun en büyük sırrına erişilir.
Diğer taraftan oruç, bir defalık öğreti de değildir. Aslında bir yıllık yaşam biçiminin antrenmanı niteliğindedir. Yılın geri kalanına yönelik bir dahaki ramazana kadar alıştırma yapar. Neye alıştırır? Ramazanlık Müslüman olmadığımıza! İbadetin sadece fiziksel değil, manevi olduğuna da. Tefekkür ve akletmek gerektiğine. Baştanbaşa nimet olup, ömrün içindekilerin değerini topyekûn anlamayı öğretir. Allah’ın rızasına yönelik bir yaşayışın kuşatıcılığına yolculuk yaptırır. Öyle ise orucun zamanı bir ömürlüktür diyebiliriz. Bu sayede beden küçülür ama insan büyür. Ve belki de en önemlisi, oruç insanı içine yani kendine döndürür…
Açlığın çeperinde saklı duran hakikati ve ruhlar âleminde verdiğimiz sözü yeniden hatırlatır. Hâsılı insan, dünya ile değil; ilim, ibadet ve maneviyat ile doyar vesselam.
Yorumlar kapalı.