Hayatın anlamı nedir diye sorulur ya hep. Dünyadan gerçek maksat hayat mı yoksa ahiret mi? Düşüncesi ve yaşantısı nasıl olmalıdır hayatın. Bir de hissettirdikleri var tabii ki. Hayatta yaşanması gereken en ağır his ne olmalıdır acaba? Korku mu, sevinç mi, sevgi mi… Bana göre hayatın anlamı sevgidir. Kâinatın özü muhabbettir. Muhabbet neden hasıl olmuş, ehline malumdur! O zaman hayatın anlamı duygu, duyguların en önemlisi de sevgidir. Mühim olan onu arayıp bulabilmek. Hakkını vererek yaşayabilmek. Aksi halde yaşayamadıklarımızla birlikte geçip gideceğiz şu hayattan. Ne diyordu şair; “Sevdiklerin kadar iyisin, Ne kadar yaşarsan yaşa: Sevdiğin kadardır ömrün, sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın ve Sevdiğin kadar sevilirsin…” Ne kadar manidar sözler değil mi? Sevgiyi bilmeyen ve tatmayanlar, sevmeyi de bilemezler zaten. Küçük heyecanların adı ise zaten sevgi olamaz. Eğer yüreğinde sevginin tadını alabilmiş ise insan, ısınan yerkürede kuraklaşan iklime inat, sevgi duygumuz önemli bir nimet değil midir? Sevmek, belki de bu yüzden çok büyük bir meziyettir zamanımızda. Eğer hayat bizleri böylesine bir güzellikle buluşturmuş ise ömrü boyunca onu beslemeli ki kişi, sevgi devam edebilsin. Zorluğa düşüldüğünde de fedakârlık yapılarak elini değil sadece, gönlünü ve gövdesini de ortaya koyabilsin seven yürekler.
Sevgi ile büyüyen duygunun galibiyeti karşısında aklın bir miktar tatile çıkması normaldir. Çünkü kalbe duygu girince baskın hal duygunun hükümranlığı olur. Böyle olunca da bir yanı nazlıdır seven gönüllerin diğer yanı alıngan. Öbür yanı heyecan iken bir diğer yanı da kırılgan değil midir? Yine sevenler sevginin itici gücü karşısında bir miktar gözü karalığı da iradesinde, fikrinde ve yaşantısında misafir etmezler mi? Sevenlerin sevdiğini belli etmesi için şekilden ruha, suretten duyguya geçmeye her zaman ihtiyacı vardır.
Bu yüzden gerçek sevgiler, sadece bir buket çiçeğe ihtiyaç duymamalıydı zannımca. Bir tutam sevda, mutlu bir yaşam, kalp ritminin heyecanla atışı karşısında geleceğe dair kurulan hayalleri olmalıydı insanın. Bu yönden bakıldığında aslında sevginin ispata da ihtiyacı yoktur. O anlı şanlı haliyle dipdiri olarak kendi varlığını gösterir. Fedakarlığı, kırıp dökmemesi, sözlerdeki seçiciliği, ince düşüncesi ile ve nazik, naif, saf, berrak, arı duru ve en temiz haliyle sevgi, girdiği alanda başka bir olumsuzluğa yer bırakmaz. Lakin bunu anlamak için sevilenin de bir miktar aynı frekansı yakalamış olması gerekmez mi? Şayet hissedilmiyorsa yüreklerde sevgi, iletişim kanalları tıkanmış, frekansın sinyal gücü düşmüştür. Duygunun alıcıları hissetmiyorsa kalbe ılık ılık akan o sıcak sevgi duygusunu, aksak giden bir şeyler var demektir…
Sevgi çok ulvi bir duygudur velhasıl. İnsan gerçekten severse saygı da kendiliğinden gelir. Sevgi de teslimiyet doğar. Sorgulamalar ve yanlış anlamalar ise sevgiyi örseler. Nefret bile çok zaman sevgiden doğmaz mı zaten? Sevdiğinde aradığını bulamamaktan, sevilmediğini anlamaktan ya da sevdiğinin şartlarına karşı sabır gösterememekten doğar çoğunlukla. Sevgide fanatizm ise sevgiyi yanlış biçimde kullanmaya sebebiyet verir. Sevilesi olandan uzaklaştırır sevgilileri…
Temiz ve güzel duygularınızın sizi birbirinize yaklaştırması, sevdiğinizi üzmekten korkmanız, onun üzerine titremeniz ve sevgi duygusunu ebediyen kaybetmemeniz dileklerimle.
Yorumlar kapalı.