Gecenin akışına, ay dedenin nakışına, yıldızların kayışına ve güneşin şavkına en iyi şahittir sokaklar. Rüzgârın savurduğu toz bulutlarının serbestçe kaçıştığı yerlerdir. Herkesin utanç duyduğu ne varsa sokağa bırakılır. Engin bir bağrı vardır bu mekânların. Kucaklayıp sinesinde sarıp sarmalar yaralılarını. Yüz kızartan manzaralardan kirli görüntülere, numune güzelliklerden hayrete düşüren olaylara kadar her hepsi sokakların ev sahipliğine muhtaçtır. Sevdaya bulanmış duygularla hasret ve vuslatların da ikametgâhıdır.
Evet, sokağın hakikatleri acıtıyor canımızı. İçimizi zorluyor. Aynı sokağı paylaşmak zorunda olduklarımızın, değer vermek, sevip saymak istediklerimizin oyunculukları, cahil cühela tavırları sızlatıyor yüreğimizi. Menfaatini takipte son derece kendine, dostluğu paylaşımda ise kaçaklar. Çevremizdeki potansiyeli kullanmada sadece köprü görevi kadar değerli görüldüğümüz insanlarımız da var. İşleri bittiğinde uzaklaşan, işleri olduğunda pervane olanlar. Öznesi ve sebebi olduğu olaylara ilişkin geriye çekilip en masum tavırlarla uzaktan izlemeler.
İstediklerini alana kadar söz üstüne sözler verip hedefine ulaştıklarında, başlangıçların çok uzağında kalan bahane insanları. Kabahat yaftalayarak zanna girenler. İşine öyle geldiği için mantığa büründürülerek girilen haklar. Karşısındakine iyilik yapıyormuş gibi davranıp kisvelere bürünmeler. Aslında bencil bir şekilde kendi iyiliğine çalışanlar. Küçük dünyalarında yaşarken büyük insan edaları ile yeri titretircesine kasıla kasıla yürüyenler. Dedikoduyla, vitrin, televizyon, sosyal medya ve dizilerle ömür tüketenler…
Duraksız bir hesabı var sokak insanlarının. Planları var kendi emellerine ulaşma çabası içinde. En küçük bir menfaati kaçırmama cılızlıkları. Kurak bir duygusuzlukta, sığ bir ruhta huzur aramalar. Ne aradığını bilmeyecek kadar basitliklere meftun olup bunun adını prensip koyma ve ilke sanmalar. Kendini tanımadan, hatadan hataya koşup sonrasında ‘hayat benim hayatım’ şeklinde özgürlük çığırtkanlığı yapmalar. Kendine hançeri sapladıkları halde hiç toz kondurmamalar. Öz eleştiriden uzak, yaratılış gayesini sorgulamayan, şirazesi kaymış hayatlar…
Plan, proje, hesap, kitap dahilinde bile isteye kanmalar ve kandırmacalar. En küçük bir menfaat için devasa duygu, ruh, fikir ve hayatları gözünün yaşına bakmadan harcamalar. Saklambaç oynar gibi kendisiyle ve çevresiyle köşe kapmacalar. Ebelenmeler ve sobelenmeler…
Biz bu kadar oyun bilmeyiz ki!
Çağımızın ve çocukluğumuzun oyunları çok masumdu. Şimdi ki büyüklerin oyunları çok hunharca! Herkesin dostluğu ve sevgisi ise menfaati bitene kadar. Sonrası mı dediniz? Karabasan olup karşınızda kapı duvar olurlar. Kâbusunuz olup bir ömür kurtulamazsınız. İşte sokaklar. Çoğunluğu böyle, hep bildik manzaralarla dolu…
İşte size gerçek deprem!
Yorumlar kapalı.