Evet
halen tartışılmakta olan ve hep –unutulmaması adına- tartışılması gereken 28
Şubat “zafer mi, hezimet mi, kader mi?” sorusunu bir kez daha
sorgulamak hepimizin boynunun borcu. Aslında milletin iradesini tank paletleriyle
ezip demokrasiye “balans ayarı” verdiklerinin ibretlik
hikayesidir o günden bugüne yaşananlar.
Türk
siyasi tarihine “Postmodern darbe” olarak geçen 28 Şubat 1997 MGK
kararı, sonradan ortaya çıkan bilgileri derlediğinizde bir “İsrail
yapımı” olarak tarihteki yerini aldı. Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı
olan Çevik Bir’in Amerika’ya, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın
ise, İsrail’e darbeden kısa bir süre önce gitmeleri tesadüf değildi. Nitekim
unutmayalım; Çevik Bir, darbeden çok sonra bir Amerikan dergisine verdiği özel
röportajda, 28 Şubat darbesi için “yalnızca İslâm’a karşı değil, aynı
zamanda İsrail’le dostluk için yapıldı” itirafında bulunmuştu.
Şimdi
“Postmodern darbe”nin üzerinden 19 yıl geçti. Türkiye’de bin yıl
süreceği iddia edilen 28 Şubat, beş yıl sonra çöktü. İşte yazımın başlığı da bu
“çöküntü”den çıktı. Dönemin generalleri, brifingli gazetecileri,
yargıçları, bürokratları, politika yapıcıları, Sivil Toplum Kuruluşu maskeli
postallı kanaat önderleri, meslek odaları, “5’li Çete” mensubu
işveren-işçi temsilcileri, bankaların yönetim kurullarına yerleştirilen
hortumcu/soyguncu dostu/gözcü emekli generaller vb. “zafer”
sarhoşluğuna kendilerini kaptırmış “Topyekûn savaş” naraları atarken, 5 yıl sonra ilk “hezimet”i tattıklarında kelimenin tam anlamı ile
abandone olmuşlardı. Uzunca süren şaşkınlıklarından ayıldıklarında, yaşadıkları
“hezimet”in hezimetten de öte bir “kader” olduğu
gerçeğine tosladılar.
Post
modern darbenin seyir defterine baktığımızda, 28 Şubat 1997 MGK’sının bir başlangıç
olduğunu, kamu ve sosyal hayata yönelik en büyük darbenin ise, 23 Haziran 1999
MGK’sında alınan kararlar doğrultusunda Başbakanlık tarafından yayınlanan
1999/41 nolu Genelgesi olduğunu görüyoruz. O lanetli belgenin/genelgenin
dayağını oluşturan kararın altında 5’i sivil, 5’i asker 10 imza var. Yüzlerce
asker, bürokrat ve sivilin hayatını zehir eden o meş’um kararın altındaki
imzaları unutmamak için burada bir kez daha –kerhen- kayda geçirmek isterim;
Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Sabahatin Çakmakoğlu, İsmail Cem ve Sadettin
Tantan’ın yanısıra Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ve kuvvet
komutanları.
Hezimetin
üzerinden 14 yıl geçti, o dönem siyasi partilerinin milletvekili listelerine
varıncaya kadar müdahalede bulunanların, “Post modern darbe”yi
takip eden kısa süre sonra toplumun demokratik iradesini yansıtan nasıl bir “kader”
çizgisiyle karşılaştıklarını gösteren ibretlik bir hatırayı –bu yıldönümü
vesilesiyle- Milli Türk Talebe Birliği Kültür Müdürlüğü’nde düzenlenen “28
Şubat ve Türkiye’de Demokratikleşme Süreci” konulu konferansta
Başbakan Eski Yardımcısı Bülent Arınç anlattı. O dönem katıldıkları bir
toplantıda dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’a imam hatipliler
hakkında olumsuz konuşmasına Tayyip Erdoğan’ın müsaade etmeyerek, “Bana
bak!. Otur oturduğun yerde. Terbiyesizlik yapma, ben de o imam hatip lisesinin
mezunu bir delikanlıyım” cevabını verdiğini nakletti.
Yazılacak,
söylenecek çok şey var.. o günleri yaşamamış olan genç kuşaklar, –gelinen
noktadan sonra hiçbir zaman tekrar yaşanmamasını dilediğim- o süreci mutlaka
belgeli sahih kaynaklardan ve yaşayan aktörlerinden öğrenmeliler diye
düşünüyorum. Örneğin, istihbaratçı Bülent Orakoğlu, Hanefi Avcı gibi isimlerin
yazdıkları kitapların satır satır okunması; Fazilet Partisi’nden 1999’da
milletvekili seçilen ancak başörtüsü nedeniyle TBMM’de yemin ettirilmeyen ve
göreve başlamadan milletvekilliği düşürülen Doç. Dr. Merve Kavakçı
İslam’ın kitap, gazete, dergi ve söyleşilerinde anlattıklarının aynı ciddiyetle
takip edilmesi; dönemin eski Sultanbeyli Belediye Başkanı Ali Nabi Koçak’ın
başına gelen siyasi, sosyal, psikolojik ve en sonunda fiziksel varlığına karşı
menfur bir suikastten geriye kalan engelli(!) bir bedene yaşatılan acılar ve
emsali başka örnekler.. bunlar, içinde bulunduğumuz bilişim çağı imkanları
karşısında hepimize bir “tık” mesafede duran gerçekler..
Son
sözüm; 28 Şubat “Post modern darbe”yi bir de “zafer mi,
hezimet mi, kader mi?” bağlamında tüm yaşanmışlıkları unutmama adına
bir kez daha düşünelim/analım/unutmayalım…
Yorumlar kapalı.