Doğunca hayata gözlerimizi açmakla birlikte, bebeklik halinde iken masumiyetimizle nasıl korkuyorsak, büyüdükçe de korkularımız değişerek farklı şekillerde yakamızı hiç bırakmaz. Bir bebeğin uyandığında yanında annesini görememesi başlıca ağlamasına neden teşkil eder. Bu ağlayış, düşünerek olmasa da annesinin yanında olmadığını ve kokusunu duymadığını hissederek de, bir nevi yalnızlık duygusu refleksiyle, bebekler kendilerine has bir korku yaşarlar.

Bebeklikten çocukluğa geçişte düşme korkusu, bir yerinin acıması ya da kanaması korkusu gibi farklı korkuları da tadacak, bu korkulara nasıl karşı duracağını da öğrenmiş olacaktır. Çocukluktan ergenliğe gelinceye kadar , çocuklar bir takım terbiyevi yaptırımlarla da karşılaşacaktır. Kendisi için ödül ve ceza gibi sonuçlara götüren işlediği fiillerin karşılığını, ailesinden ve eğitim gördüğü kurumdan alacaktır. İnsan ergenlikle birlikte hayatı kazanma uğrunda gösterdiği çabadan ötürü de, tahsil hayatını bir nevi bir kurtuluş reçetesi olarak gördüğünden, bir stres, baskı ve gelecek korkusu içinde gençliğini bir anlamda buruk bir şekilde yaşayacaktır. Daha sonra da insan, iyi bir iş, iyi bir eş bulamama korkusunu da yaşayacaktır. Evlenecek, çoluk çocuk sahibi olacak, ailesinin nafakası ve çocukların tahsili için kendi hayatını bile feda edebilecektir.

Her insan için, hayatında her şey olabilir, olumsuzluklar, uğursuzluklar yakasını bırakmayabilir. Yaşam boyu kaza, bela ve her türlü iyiliklerin olduğu gibi, kötülüklerin de insanın başına gelebileceğini insan bilir ve bundan dolayı da korku duyar. İnsan toplum içinde itibar kaybetmekten korkar. Küçük düşmekten korkar. Hastalıktan korkar. Kaybetmekten, kazanamamaktan korkar. Hayatını standartların altında yaşamaktan korkar. Kimsesizlik, yalnızlık ve yaşlanmaktan korkar. Sevgi, şefkat, merhametten yoksun kalmaktan korkar. Anlaşılamamak ve terk edilmekten korkar. Rüyada kabuslardan, karabasanlardan korkar. Gölgesinden bile korkanlara rastlamak mümkündür. Bu bir nevi ruhsal hastalığa kadar uzanabilir. En ironik tarafı da bu korkunun, ölüm olmasıdır. Dünyaya gelir de insan dünyadan gitmek istemez. Ölümü kabullenemez. Topraktan gelip toprağa döneceğini asla kabul edemez. Bu durumda gerçeği söylememiz gerekirse, korkunun ecele faydası yoktur.

Asıl olan Allah korkusudur. Allahın rızasını kazanamama korkusudur. Kulun Allah’a olan yaklaşımında Onu incitme ve kırmamak için yaşadığı korkudur. Bu ulvi korkudan mülhem olarak eşimizin, arkadaşımızın, ailemizin ve dostlarımızın kalbini kırmamaktır. Onların gönlünü almak yerine kırmak korkusudur. Bizim en büyük arzumuz; Allah’ı sevmemiz, Allah için sevilmemizdir. Katkısız, hulusu kalp ile bütün korkuların üzerine üzerine gitmeliyiz. Vesveselerden kurtularak bütün korkuları yenmeliyiz. Olumsuzlukları bitirmek ve tamamen yok etmeliyiz. Bütün dünyevi ve beşeri korkulardan kurtulmamız için, Allah’a teslim olmalıyız. Allah’a nankör olmamak ve onu incitmemek için imanî  bir korku yaşamalıyız. Çünkü korkuların en güzeli Allah korkusudur. Hoşça kalın.

KORKULARIMIZ

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Açıksöz Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!